gelen değil, giden için mutluyum..

işte, 2010 şu yukarıdaki soru işaretinin ta kendisi..

benim için, 2009
allak bullak,
sancılı,
en küfürlü geçirdiğim bir yıl olarak mazideki yerini aldı..

ben gelecek yıla değil, de 2009 dan kurtulmanın keyfini çıkaracağım bugün..
gelen yıl zaten koskoca bir soru işareti..

halbuki geçen sene bu saatlerde yine umutluyduk..

Yeni yıl, bize mutluluk getirsin!
diyorduk..

kimisine getirdi, kimisinin ki de işte saçma sapan geçti..

biz arlanmaz, uslanmaz insanoğlu işte..
bak ne de inatçıyız..
umudumuzu kaybetmiyoruz!

şimdi yine aynı şeyi söylüyoruz..

evet evet, hepinize..

"Mutlu Yıllar.."

teşekkürler..

çok da sevmediğim hayat törenlerinden biridir "doğum günleri"..
en azından kendiminkini sevmem ama tanıdıklarımın doğum günlerini mutlaka kutlar ve tadını çıkarmaya çalışırım..

ben fazla sevmesemde, bu yıl tüm yıllardan daha fazla sayıda,
yüzlerce, belkide bin'e dayanan kutlama aldım..
şahsen, telefonla, sms ile, mail ile, blogger dan, fb den, ff den, twitter'dan, ve hatta bir canlı tv yayınından..

26 sı idi doğum günüm,
24 ünde başladı, bugün halen güzel dilekler ve kutlamalar almaya devam ediyorum..

ben önemsemedikçe değeri artıyor sanırım doğum günümün..
ve ben önemsendikçe mutlu olduğumu farkettim..

Keşke önemsediğimiz herşey bizi boylesine mutlu edebilse..

Öncelikle bir önceki post'ta, kutlayan değerli arkadaşlarıma yorum yazmaktansa buradan hepsine teşekkür ederim..
dwarfwaves
mor kedi
yaşlı doğmuş genç kadın
Düşlerimin Gerçeği
ayci
owl
stuven
homeless

öykü
Fulya
Bozkurt

papuç
Bubenmishim
yesari
Zeugma
mr_lonely
La Loba
Dijital Günlük
bilge
Berrin'deniz'
YILDIZ
TANRININ ÇİÇEĞİ

yabancı
Betül
Ne Olursaydı
KaRaMeL
suskun güvercin
Neslihan
lityummm
Efsa
Hepinize teker teker teşekkürlerimi ve şükranlarımı iletiyorum..
Dileklerinizin güzelliği ile sizlerinde aynı güzel dileklerle boğulmanızı, mutluluktan ağlamanızı temenni edeceğim..

iyi ki varsınız..

ve tabiki,
bu güzel, blog dünyasında, sayfalarıma girip çıkan, okuyan, okumayan, gözucuyla bakan, seven, sevmeyen herkese,
var-oldukları için teşekkürlerimi iletirim..

"insan" faktörünün olduğu hiç bir mecrayı "sanal" olarak nitelendirmediğim için, sanal değil,
gerçek bir dünya ve,

bu dünyanın tüm insanlarına kucak dolusu,
sevgilerimle..

Tolga T.

doğum ile ölüm arasında..


26'sı Aralığın..
doğduğum ve bir gün ölmeye söz verdiğim gün..
bugün,
doğum günüm..

zaten öyle değil mi,
çıplak başladığımız hayatı, ya ecelimizle, ya da ani bir veda ile sonlandıracağız..
yine çırılçıplak..

bize kalacak olan,
işte o doğum ile ölüm arasına sıkıştırdıklarımız..

yani gülüşler,
sevmeler,
aşklar,
sevişmeler,
acılar,
gözyaşları..

işte, anla,
hayata dair ne varsa..


belki de ondandır,
aslında çok fazla önemsemiyorum hayatı..

yani o arada kalan kısım çok acılı ve hüzünlü geçmesin diye
uğraşıyorum da,
çoğu zaman olmuyor..

keşke,
hayat,
o güzel doğum günü kutlamalarındaki dilekler gibi,
sade ve mutlu olsa..

olmuyor..

ama olmuyor diye,
umutsuzluk yok..

umut edip, fedakarlık yapıp,
doğum ile ölüm arasındaki o enteresan araya,
daha çok mutluluk sepiştirmek gerek..
daha çok, daha çok..

sahi,
doğum günüm..
telefonlar çalıyor saat on2'yi geçti diye,
internetten yazıyorlar..
mutluluk, başarı, sağlık diliyorlar.
iyi ki doğdun diyorlar..
sahi, mutlu ediyorlar, iyi ki varlar..

iyi ki doğdum da,
iyi mi yaptım,
halen bunu bile bilmiyorum..

neyse, ne demiştik..
sen sarıl.. gün ağarmaz deme!

söz vermişiz.. bir kere..

daha kirlenmemiştim,
bugün kirlendiğim kadar..

tarih eski günleri gösteriyordu..

çok kadın sevmiştim..
çok da kadın sevmişti beni..
hissetmiştim..

hiç unutmam,
hiç kimseye,
"sensiz ölürüm, yaşayamam.." bile dememiştim..
diyememiştim..

şimdi, bazen gerçekten ölmek istiyorum..
uğruna ölünmesi gereken kadınlara..

istiyorum şimdi..
tüm kahpeliklerden,
sıyrılıp..

öylece sevmek..
öylece ölmek..



sen sarıl, gün ağırmaz deme!
giden gitmiyor boş yere..
söz vermişiz bir kere..
ölmeye..

bence artık.. bende..


ne zaman hayatın kıyısında otursam,
"herkes gibisin" dedim..

sonra birikti
yağmur.
kar, kış, kasırga hatta...

ve artık kimseye
"herkes gibisin"
demez oldum..

ve sonunda baktım kendime...
"herkes"leşmiş herkes arasında..
yani onlar sayesinde

"herkes gibisin" dediklerim yüzünden..

"bence artık, bende..
herkes gibiydim.."

herkes gibiyim..

tıpkı,
herkes gibi..

günaydın, gülümse..

tam da, "sabah çıkmaz" denilen sabahlardan çıkmıştım..
ya da, "sabahı görmez" denilen sabahları görmüştüm..

yine güzeldi,
her zamanki gibi..
soğuk bir kış günü de olsa,
bunca soğuğun, bunca kara bulutun üstünde sarı bir güneş ve mavi bir gökyüzü olduğunu bilmek..

güzeldi..

sonra,
artık adının baş harfi bile geçmeyen,
eski sevgililerim..
sabah'ın o serinliğinde kalkmaktansa,
işi gücü umursamayıp,
sıcacık ve hiç te masum olmayan sevişmeleri seçtiğim sabah saatleri..

yine sabahları, çıkmadan evden,
kravatımı, gömleğimi düzelten kadınlar..

sabahlar..

sonra annemin, geceden çıktığım yolların sabahında,
benden haber almak için aradığı telefonlar..

çayın en dem hali..
kahvenin en güzeli..

yaptığım en güzel kahvelerin saatleri sabaha vurmuştur hep..
çay'ında,
hazırladığım kahvaltıların da..

hayatın muhasebesini daha bir yapabilmişimdir
bu loş ve sessiz sabahlarda..
daha bir içten teşekkür etmişimdir içimden kimisine,
daha da kötü küfürler savurmuşumdur hakedene..

sonra aynaya dönüp bakmışımdır yüzümü her yıkadığımda..
sabahların o çekilmez uykusuzluk halinde,
su'yu en soğuk haliyle yüzüme çarptırdıktan sonra
kendime emrederdim hep..

"gülümse.."

ve sonrasında da iyi dilekler..

"günaydın.."

gerçi, günümün aydığı sayı hayli düşük olsa da,
adettendir işte..

"günaydın"..



.

yıl 1..

çoğu arkadaşım, eşim, dostum..
çevremdeki insanlardan duyduğum cümle idi o..
hatta çoğu kez bende söylerdim..

şimdi takvime bakınca, yine soyledim..

"zaman çok çabuk geçiyor.."

İlk post'umu yazalı 1 yıl oluyor..

Saçma bir hikaye benimkisi,
yani bloğa adım atışım la şu an yazdıklarımın alakası yoktu..

geçen yıl bir gazetenin teknoloji editörlüğü ve köşe yazmam için edilen bir teklif olmuştu.
malum, işim zaten internet teknolojileri..

ama ben hafif tembel bir adamımdır, yani hayatı çok ciddiye almadan yaşayanlardan..

nedense o teklifi kabul etmeyip teknolojilerle ilgili blog yazma fikri gelişmişti.

zaten öyle de başladım..

sonra,
baktımki yazasım varmış..
her konudan, ama her konudan...
bende elime mi yapışacak dedim..
ve yazdım..

bir ara şunu yazmıştım..
burası benim masturbasyon alanım,
yani kimsenin okuyup okuması, izleyici sayısı v.s ilgilendirmiyordu beni..

ama sonra oyle olmadı..
sayı arttı..
bugün baktığımda 365 olmuş, neredeyse hergüne 1 kişi eklenmiş..

açıkça soylemek gerekirse, bu rakam arttıkça bir ara yazamaz oldum..
yani, ben şehvetli, tutkulu bir adamım..
bazen yazacaklarımı, "acaba yankış anlaşılırmı?" diye ertelediğim bile oldu..
hatta bu nedenle yazmayı bırakmayı bile denedim..

ama yapamadım..

çünkü yazmayı seviyordum sanırım..

kayıtlara bakınca, onlarca yazıyı sadece taslak olarak kaydetip yayınlamamışım..
dedim ya, izleyici sayısı artınca bazen yazamaz oluyor insan herşeyi..
sonra dedim ki yine,

yani sonuçta ben burada madem bir masturbasyon yapıyorum,
ve seviyorum da bu masturbasyonu,
o halde yine "acaba ne düşünürler" demeden yazmaya devam edeceğim..

halen o fikrimi savunuyorum,
insan burada izleyicileri için değil, kendisi için yazmalı..

neyse işte..

şimdi 1 yıl olmuş..
blogumun birinci yaşını kutluyorum kendisiyle..

sadece bir blog değil burası..
bir dünya..
ve bu dünya içerisinde
bir çok blogger tanıdım..
reel anlamda değil elbet,
"yazılarından" tanırsınız bazen insanları..
belki toplamda binlerce yorum yazdım..
yorum aldım..

güldük bazen,
bazende hüzünlendik..

ama kendi adıma..
dolu dolu bir yıl oldu diyebilirim..
bloglar ve bloggerlar sayesinden..

yıl bir..
düzenli yazdığım için kendimi,
ve varlığınız için sizleri
tebrik ediyorum..

sizleri tanıdığım için çok mutluyum..
iyiki,
varsınız..

yıl 1..
ve bütün doğum günlerim aralık ayına ait..

lütfen,
buyurun pastamızdan..

ölümle sevişmek..




ölmek, sevişmek gibiydi..
ya da,
sevişmek..
ölmek gibiydi sanki..

ikisini de ortak kılan,
o derin ve uzun nefessizlik haliydi belki..

oysa,
sevişmek için iki kişi gerekiyordu..
ve insan..
yalnız da ölebiliyordu..

sevişmek,
zaten birazda,
ölmek gibiydi.

uzun
ve..

nefessiz..

3-5 kuruş..


hayatımda,
belki pek aldatılmadım ama,
çok, "satıldığım" zamanlar oldu..

öyle boyle değil,
3-5 kuruşa..

sonra o kuruşları
biriktirip zengin oldum..

şimdi gönlüm öyle zengin ki,
kimseyi satmıyorum 3-5 kuruş için..

elimde ve gönlümde,
satılmaktan mütevvellit,
kaç kuruş biriktirdiysem..

onlarla,
kurşun alıyorum..

hepsine birer birer,
sıkmak için..

onlara borcumu,
mutlaka
ödeyeceğim..

nede olsa,
bir kurşun,
bir kuruş'a..

bazen de,
"bireysel silahlanmaya hayır" diyorum,
ve
unutarak kurtuluyorum..

nerede kalmıştık?


sevgilinin çıplak dudaklarını öperken tam da,
hani yıldız kayar da, kesilir zaman, hemde en hain sevişme planlarındayken..
"gökyüzüne bakarsın"..

en sevdiğin yemeği yerken takılır aklına,
"öylece kalırsın"..

hayattan yumruk yumruğa dayak yerken,
"bir an gözünü açıp etrafına bakarsın.."

tam da güler yüzle günaydın derken yeni güne,
"irkilirsin, hevesin kursağında kalır, ağlarsın"..

eline kağıdı kalemi alırsın da, güzel birşey yazacakken,
"kötüler gelir aklına, kalırsın"..

hep bir durma an'ıdır o anlar işte..

Sonrası "nerede kamıştık?" kelimeleriyle devam eden bir süreçtir..

ya durup boynunu bükeceksin,
ya da, gülmeye devam edeceksin..

iyisi mi,

öpmeye devam edeceksin sevgilinin çıplak dudaklarını, tüm hain sevişme planlarınla..
en sevdiğin yemekten haz alacaksın..
hayattan dayak yerken bile gülmeyi bileceksin..
her yeni sabaha gülen gözlerle "günaydın" diyeceksin..

ve yazacaksın..

yazmak demişken..

sahi,
"nerede kalmıştık?"..

yine bayram olsa..

"eskiden güzeldi bayramlar" der herkes eninde sonunda..
oysa eskiden güzel olan, hayat'tı, tüm ruhuyla ve insanlarıyla...

kartpostallar yazardık belki şimdiden posta kutusuna atmıştık ta..

"bayramlık kıyafet" denen şeyler vardı, sabaha dek insanın başucunda saklanan..

yaşlanmadım daha!..
eskiden bayramlar güzeldi.. evet..
çünkü eskiden hayat ve insanlar güzeldi..
Kartpostallar da güzeldi..

aşklar'da güzeldi mesela..
sevgilinin bedeniyle sevişmek için
beklemek..
güzeldi..

şimdi ise,
hayatın, insanlığın, umutların ve hatta aşkların bile tadı yoksa,
bayramında diğer adı, ancak ve ancak "tatil" oluyor..

bugün belki biraz erken kutlamak için ama,
"erken" ve "geç"ler bile anlamını yitirmişken..

olabildiğince..
"bayram"ınız kutlu olsun..

kader, kısmet ve saire..


abc kanalının yeni dizisi "flash forward" ı izlemeye başladım bu sezon. 9. bölüme geldi. ilginç bir konu işliyor. gelecek ve yazılanları değiştirmek üzerine. bunun üzerine de geçen gün sevgili zeugma nın "yazgı mı?" isimli yazısını okuyunca bir kaç gündür "kader" ismini verdiğimiz o yazgıyı düşünüyorum..

sahi,
hani aslında dikkatimi birşey çekti.

farkettimki güzel ve iyi şeyleri, mutluluğu hiç "kader"e yormadan, başımıza kötü şeyler geldiği zaman,
"kaderde bu da varmış"
"kaderimiz böyleymiş"

gibi olumsuz cümleler kuruyoruz.

tabiki kimse gibi bende bilmiyorum, bir yazılmış senaryoyu mu oynuyoruz, ya da o senaryoyu bizmi yazıyoruz

ama bildiğim şu ki,
iyi - kötü,
mutlu - mutsuz,
olmak

bizim hayattaki seçimlerimizle ilgili..

unutmamak lazım ki,
en kötü hale düştüğümüz anlarda bile
bunun bir "kader" olmadığını düşünerek ve
yarın doğacak güneşe bir "tebessüm" çakarak
herşeyi yenmeye başlayabiliriz.

herşey ama herşey
bizim elimizde..

bak
ben
gül
düm
bile..

bugün yazasım yok..

anladım ki, bugün yazasım yok.

o nedenle bugün hiç birşey yazmayacağım.

hatta sırf yazmış olmak için,
okudğum kitaplardan alıntı da yapmayacağım,
ya da yazarların yazılarını alıntılayarak,
yüzümü de kapatmayacağım.

bugün hiç yazasım yok.

size aşk'tan da bahsetmeyeceğim,

ya da,
içinde "tahrik" kelimesi geçen savaşlar ve sevişmelerden de.

çiçekleri, kuşları ve ağaçları da anlatmayacağım bugün,

sabah'tan da bahsetmeyeceğim,
çünkü sabahı kaçırmışlığın sızısı var hâlâ içimde..

anlayacağınız,
bugün ne kendime,
ne de kendimle size'e dair,

hiçbirşey,
yazasım yok.

gün.. aydı..

sabahın ilk saatlerinde uyanmak en sevdiğim şeylerden biri.
ilk iş olarak hemen bol sütlü nescafemi hazırlıyor ve bilgisayarımın karşısına geçip hemen madonna'nın kliplerinden birini izlemeye başlıyorum.

sonra bir ara aklıma gelip perdeyi aralayıp güne merhaba demek için perdeyi aralayıp dışarıya göz süzüyorum.

düşünüyorum sonra,

yeni bir gün,
şu an benimle uyanan, uyanmayan, tanıdığım, tanımadığım insanlar geliyor aklıma.
eski sabahlar mesela..

yani sabahların özel bir anlamı vardır bende.
sadece tipik bir uyanış ve güne başlayış değildir.

bir çok iyi ve kötü anıyı barındırır aynı zamanda.

sabahlar ve yağmurlar la özel bir ilişkim olduğu kesin..

sonra şunu düşünüyorum..
bu yeni gün,
insanlar için bir başlangıç veya bir bitiş daha..
bugün kimileri çok gülecek,
kimi ağlayacak,
kimi aşık olacak,
kimi sevişecek,
kimi sevgilisinden ayrılacak,
kimisi ise malesef ölecek..

evet,
boyle bir döngü var malesef..

umarım bu satırları okuyan insanlar, kaderin o güleç yüzüyle geçirirler günlerini,
bugün çok mutlu olurlar..

dilerim kaybeden değil, kazananlar tarafında olursunuz..

gün.. aydı..
günaydın..

stand..


şimdi o kumsalda,
üzerime o güzel geceden
yıldız yağsa..

sonra, bu ağzımın kenarındaki kırmızılık,
şarabın tatlı kırmızığından değilde,
rengini dudaklarından alsa..
ya da her ikiside olsa..
sen, şarap ve kumsal..

neyse işte..


nerede kalmıştık sevgili blog?

sahi,
ayaktayız değilmi?

en azından, henüz yıkılmadık..
bak aslanlar gibi

ayaktayız..



*Everyone must stand alone..


.

güzeldi..

sabah yine çok güzeldi palmiye,
kalkmak zorunda kaldığım
her sabah olduğu gibi,

yine durup altından baktım gökyüzüne..

sonra bir kaç gündür aklıma gelen,
silime takılan o şarkı,
şöyle diyordu..

"aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk.."

sus şarkı sus sen..
ölmek kolay da,
uğruna ölünecek aşk bulamadığımdandır yaşamak..


sonra yine baktım..

yine güzeldi palmiye,
yine güzeldi gökyüzü,
yine güzeldi sabah,

ve güzeldi kafam..



iyi pazarlar..


.

zamansız


her yağış bir başka kalkışmaya gönüllü
ve kim neye erse bu geçişte
bir tomurcuk bir gözyaşı
mutluluk işte

her ne kadar güzel olursa olsun,
betondan boğulmuş,
boğdurulmuş şehirden,

o sessiz, sakin, her yeri çiçek açmış, tertemiz hava çökmüş sahil beldesindeki eve geçtiğimde,
gözüme hemen bahçedeki ve etraftaki portakal, mandalina ağaçları çarptı..

üstelik öyle güzel kokuyorlardı ki..
nefes nefes çektim bol bol içime.

ve sonra birden aklıma geldi..

en sevdiğim şiirlerden biridir fon'da ki şiir..

o küçük bölümünü de çok sever ve her fırsatta kullanırdım..
o bölümde şöyle diyor..

"Unutma baharda çiçek olan
Meyvedir yaza...."

demekki yaza meyve olmak için ilk baharı beklemek şart değil.
çiçek olabilmişsen,
her mevsim meyvesindir aşk'a..

meyve olmak, zaten en kolayıdır aslında..

asıl zorluk burada,
çiçek olabilmek.. tomurcuklanmak bir bakıma.
kimisi de, tomurcuklarını, çiçeklerini gözyaşlarıyla sular, büyütür sonra..

zaten aşk'ın, mutluluğun mevsimi mi var..

herşey "ani" ve,
"zamansız" yaşanınca
daha da bir güzel..

zamansız sevmek,
zamansız aşık olmak,
zamansız "seni seviyorum" demek,
öpüşmek,
hatta
sevişmek bile..


değmediğim yerin kalmayıncaya
bu bahar sonsuza tomurcuklanmaya
ben sana sen çatlak bir anadoluyu kucaklamaya
bu bahar aşk için hazır
hazır vazgeçmeye
adının bile baş harflerinden

"keşke"lere..



gerçek olan şu,
hayat kısa..
günler harcanmamalı boşa..
sev ve yaşa.. doya doya..


cebimdeki bütün "keşke"leri çıkarıp ortaya serdim..
tek tek parçaları birleştirdim..

bir uçurtma yaptım onlardan..

ipi elimde,
uçuruyorum...

rüzgar tenime dolanıyor keşkeleri uçurduğumda..

sert bir rüzgar bekliyorum..
sert ve uçurtmamı alıp götürecek..

beni tüm "keşke"lerimden ayıracak,
bir rüzgar, gülüm..

anladım ki,
hayat kısa..
günleri "keşke"lerle harcamak, boşa..

ey,
tenini yağmur ıslatmış,
toprak ve
rüzgar kokan hayalet sevgilim..

sahi,
artık daha da dijitalleşmeden dünya,
varmısın aşk'a?

sevişmeye doyasıya..


.

kızma..

eminim, şimdi aynen boyle sert ve kızgın bir şekilde bakıyorsun bize..
hesap soruyorsun..

haklısın..
başımız öne eğik..

aslında, ikimizde, selanik'ten hemşeriyiz seninle..
biliyormusun,
nufuz cuzdanımın kayıtlı olduğu yer de "mustafakemalpaşa"..

bak ne geldi aklıma..
şu sıralar, senin aleyhine yazmak çok moda tüm basında ve sosyal medya platformlarında...
dalga geçmek hatta..

ben aslında,
sana bunca öfke kusan insanlar, kaç yıldır nerede saklandılarda çıktılar ortalığa diye merak ediyorum.

şimdi cesaretle senin üzerine gelenler, meğerse yıllardır "korku"dan susmuşlar..

bırak ata'm, konuşsunlar..

sen öldünmü sahi..
ben, o, bu, şu..
hepimiz öleceğiz de geriye kimin adı kalacak?

sahi, kitaplardan çıkartsalarda silebileceklermi senin adını dünya'dan..

bizlere..
onurlu, gururlu, başı dik, ve en azından senin zamanında bağımsız bir ülke bıraktın..

ruhun,
şad olsun..

Haydi, 9 u 5 geçsin
ve
çalsın bütün sirenler..

takıldı..





bir kül vaktiydi,
ve
takıldı dilime kelimeler,

kelimeler güzeldi,
güzeldi sevmek,
sevmek öğrenmekti,
öğrenmekti gülümsemeyi,
gülümsemeyi beceremedik,
beceremedik dürüstlüğü,
dürüstlüğü özledik,
özledik insanlığı,
insanlığı kaybetmiştik,
kaybetmiştik duyguları,
duyguları yaktık,
yaktık küllendik,

ve bir kül vaktiydi
yine takılmıştı dilime
kelimeler..

kelimeler güzeldi.
......

tekrarlardan,
bir kale yapmıştım sonra,
bütün kaleler yıkıldı,
o hala yılmadı, yıkılmadı..

elimde,
dilimde,
tekrarlardan başka bol birşey
kalmadı.

ve ben tekrarları,
hiç sevmemiştim.

ben sadece
kül vaktini sevmiştim,
ve sonra

yine
takıldı dilime kelimeler.

kelimeler,
güzeldi..


.

barikat



ne zaman daha güzel bir yarın düşlesek,
başımıza yıkılırdı..
ve başımız çok acırdı..

bir dahakine,
bizde, kurardık "barikat"ımızı..
içimizdeki "aşk", "sevgi", "benliğimiz" "iyi niyetimiz" bir daha yıkılmasın diye..

barikatımızı da yıkarlardı.
yine yıkılırdık..

barikat yıkıldı diye pes etmek yok!
yıkıp geçtiler diye susmak, ağlamak yok!

bizimde onlara, sahte ve çirkin yüreklerine atacak,
onları yaralayacak,
onları vuracak,
kendimizi savunacak,

taş'larımız ve sapan'larımız..
var hâlâ..

kavgadan kaçan,
o'nlar gibi olsun.

haydi,
aşın barikatlarımızı bıkmadan, acımadan..
yıkın, geçin, parçalayın, acıtın, kanatın durmadan,..

ama biz hiç teslim olmadık ki!

nasıl olsa, ellerimizde hâlâ,
taşlarımız ve sapanlarımız var.

siyah'a çalan gidişler..



söylenmemiş,
sahipsiz bir şarkıyım..

siyah'ı neden boylesine seviyorum ki,
yada seviyormuyum bunu da bilemem..

ama en çok sorulan budur,
"neden hep siyah"..

oysa,
ben "siyah"a zorunlu sevdalandım birazda,
mecbur kaldım,
hatta mecbur bırakıldım..
sihay bir matem rengiydi.
yas rengi..

ben yürürdüm,
etraf kararırdı..

ben giderdim,
her yer zaten simsiyah tı..

siyah'a çalardı gidişlerim..

kendi yas'ımı tutardım,
siyahlar içinde..

hiç unutmam,
bir gece,
bir kadın, başıma namluyu dayamıştı "gitme" diye.
bense, gülüp geçmiştim.

o an da, "siyah"ı seçmiştim.
"gitmeyi"..

gitmiştim..
siyah'a çalmıştı gidişim..
zaten gece de siyah'tı..

ben asılnda,
ne siyah'ı, ne de gidişleri..
hiç ama hiç sevmedim..

siyah'a çalan o gidişleri,
zoraki sevdim..
zorla sevdirdiler..
sevmemi istediler..
"al ulan sev" dediler..

ben, siyah'ı ve gidişleri..
aslında,
zoraki..
mecburen..


aşk'la sevdim..

eskisinden de beter..





ayağım ne zaman tökezlese,
sevinç çığlıkları yükselir bazı şehirlerden..

oysa ben severim tökezlemeyi,
ondandır tökezleyişim..

ama asla sevmem düşmeyi, düşürülmeyi.
ondan da hiç düşmem zaten...

şehirlerde bir yas olur olur sonra..
kesilir zafer müzikleri,
kesilir sevinç çığlıkları hatta..

bazen düşmüş gibi yaparım onları tanımak için,
onları bana gülerken yakalamak için..
sonra kursaklarında kalır o tüm içten gülüşler.

ben tökezlerim..
ama düşmeyi hiç sevmem..
ondan işte,
hiç düşmem..

ve
ben düşmedikçe;
içimdeki sevgi,
aşk,
şehvet,
umut ve
tebessümler de

çatlarcasına ve çatlatırcasına,
artıyor, çoğalıyor..

eskisinden de beter..

sahibinden satılık..

sahibinden,
ikinci el ve
aynı anda,
kullanılmamış
hatta sıfır,
temiz bakılmış,
yine de paketi bile açılmamış,


hüzünlerim,
acılarım,
iç çekişlerim,
keşke'lerim
gözyaşlarım,
karamsarlıklarım,
aldatılmışlıklarım,
ve
aldanmışlıklarım

var benim.

satamadım gitti..

atsam keşke,
göndersem de gitse..

gitti gidiyor,
sahibinden,
hepsi burada
ve hepsi bir arada hatta..

keşke biri alsa da,
alanın elinde kalsa..

üstelik, kargo'da bedava.

kelimeler..

sustuğumda bile güzeldi kelimeler..

yoksa sesimmiydi onlara anlam veren,
ya da, sesime yaslanan, dudaklarımın arasından mı çıkıyordu kelimeler..

ağlarken,
gülerken,
mutluyken,
hüzünlüyken,
sevişirken,
göz gözeyken,
konuşurken,
küfrederken,
ve hatta
oylece bakışıp sus'arken,
bazende ürpertip baştan çıkaran

dudaklarımdan, sesime yaslanıp çıkan kelimeler..

aslında,
beynim değildi emreden,

yürekten, ses'e, ses'ten dudağa yaslanan ve kulağa fısıldanan kelimeler..

kelimeler..
sahi,

ne de güzeller..

bu havada gidilmez..



bu baharda gidilmez,
yağmurlarda gidilmez,
aslında hiç gidilmez..

güzel bir vesile ile tekrar hatırlanırmı bu güzelim şarkı..
telefonuma bile yeniden melodi yapmışken dün.

aklıma geldi aniden.

geçmişten, sevgilinin,
"bunun için gidilmez" dediği..

veya annemin,
gidilmesi gereken yerlerde çok kar olduğu için,
"bu havada gidilmez" dediği..

veya babamın, yine mızıtacak bir sebep bulduğu günler,
"şimdi gidilmez" dediği..

arkadaşlarımın, havadan, hain bir pusu kokusu aldığı günler,
"tehlikeli şimdi, gidilmez" dediği..

ver heseferinde,
kimseye aldırmadan gittiğim günler geldi aklıma.

öyle ya,
her seferinde,
gitmek,
gitmeye karar vermekten
hep daha kolay olmuştu..

bir de, kafaya koydu mu insan..
öyle bir gidiyor ki..

üstelik,
ben giderken de,

üzerime,
usulca yağmur yağsın istemiştim..

duvardaki forma

her yediğimiz golden sonra
ve tabiki maçtan sonra
telefonumla, e-mail ile, facebook'ta
v.s v.s

taciz edilsem de..
varsın, tüm hafta taciz edilecek olsam da,

ey, duvarda asılı formam ve gönlümdeki sarı-kırmızı sevda.

senden vazgeçermiyim?

sahi, biz seni, iyi ve kötü günde sevmeye and içmedik mi?
üstelik,
tökezlesek de her seferinde "o sahada"


"aşk"a ihanet etmek,
somurtmak ve ağlamak

bize yakışmaz ki.


bozar mı sandın
acılar?

beddua




size, geçen gün kırdığım bir "cd" den bahsetmek istiyorum.

bayram günlerinin sonunda "bodrum"dan yazdığım bir postta(Şu post) adıma, göndereni olmayan ve elden, izmirdeki evime bırakılmış bir zarftan bahsetmiştim.

Ailem farketmiş, pek bir detay olmadığı için zaten açmasalarda, o paketi ne me lazım, ortalıkta tutmamalarını söyledim güvenlik nedeniyle.

öyle ya, hayat ince ayrıntılarda gizlidir.. içinde ne olduğu belli olmayan paketler hep şüphe çekicidir.

gittiğimde elime aldım zarfı.
içinden güzelce kapağıyla kapatılmış bir cd çıktı.

elime aldığımda,
içimde kurtlar, kurtçuklarla dans etmeye başlamıştı..

nasıl yani, yoksa gizli çekilmiş "sex görüntülerim" mi vardı yoksa.
benden pek ali kırca kııvamında bir skandal beklenmez ama, yinede cd yi elime aldığımda tedirgin olmadın değil.

cd yi, pc'me taktığımda bir video ile karşılaşacağımı düşününürken, tek bir "mp3" şarkı eklendiğini gördüm.

hım..

acaba ses skandalmıydı yoksa..
yani gizli sex görüntülerimi çeken ekip, biraz salaktı da, aksilikten sadece "ses"leri mi kayda almışlar diye düşünmeden edemedim gülerek.

neyse uzatmayayım..

cd nin içinden çıkan tek bir şarkı şu an yukarıda çalan ve genelde, ne benim, nede beraber olduğum kadınların "tarz"ını yansıtan bir şarkı değildi.

ama sözleri dinledikçe ipuçlarının orada olduğunu gördüm.

sanma ki sen bensiz huzur bulacaksın,
bir ömür böyle nasıl yaşayacaksın?


yine beddua..
yine yine..

aslına bakarsanız, uzun zamandır yani en azından 2 yıldan beri büyük aşklar yaşamadım.
kimin bunu neden gönderdiğini de bu güne kadar bulamadım.
ustaca hazırlanmış bir plan bu.

yinede, ne kadar "ağlak" görünürsem görüneyim, itiraf etmeliyim ki, geçmişte büyük "aşk"lara imza attığım oldu.
evet bazen kalp kırdıklarım olmadı değil.

büyü yapılmış parfümler hediye edildi, evime bilerek unutulmuş okunmuş "şal"lar bırakıldı.

hatta bitirme kararı aldığım bir kadının 2 kere alkollü olarak evimi de gecenin üçünde bağır çağır ve ailem varken "bastığı" olmuştur..

ama ben,
açıkçası, hayatımda hiç alenen terkedilmedim. ben kuralları hep nizami oynarım. yani bir kadın ne isterse bunu bilir ve buna göre davranırım.
ne ihanet olur, ne de ilgisizlik.

ama işte, bir şekilde biter ilişkiler,
lakin sonrasında ilk günler biraz dişimi sıkarım, bazen raydan çıkarım ama,
huyumdur ki,
asla geriye dönüp bakmam..
aşktan ölsemde asla dönüp bakmıyorum..

o nedenle, ileriki günlerde de, ayaklara kapanmak, yalvarmak, cdler göndermek v.s gibi jestlerde de bulunamıyorum.

aslında bir erkek olarak, hani ayrılıktan sonra, evimin bile apar topar basılması beni mutlu etmişti.
lakin o kadın veya sonradan sevgisini gösteren insanlar, genelde ilgi ve sevgilerini göstermek için hep "geç" kalanlardır.

o cd yi, kimin gönderdiğini bilmiyorum.

oyle ki, bilmek de istemiyorum.


cd yi, yine "batıl" inançlarım olmamasına karşın, eskiden yaşadığım kötü tecrübelere dayanarak zarfıyla beraber imha ettim.


"geç" kalmışlıkların telafisi olmuyor.

herşey, aslında,
"yaşandığı "an"larda güzel"..

o "an"larda verilmeyen değerlerin, "geç" bir vakitte gösterilmesi ise, samimi değil,
ancak ve ancak "eğreti" duruyor.

size bıraktım cümleleri

size bıraktım,
en şık,
en alımlı,
en cezbedici,
en etkileyici

aşk sözcüklerinden kurulmuş güzel cümleleri.


ve kalsın
o, cicili bicili, farklı "yazar"lardan yapılan,
ve sadece yaşayanın yazdığı "alıntı"lar.



ben sadece,
dokunarak,
bakışarak
ve susarak

sevmek isterdim.

zaten hangi şık cümle,
ve hangi yazarın, şairin kendine yazdıklarından yapılmış bir alıntı,

aşk'ı anlatabilir ki?

küfür

ey hayat..

sana bazen, öyle güzel küfür etmek istiyorum ki,


sonra bakıyorum ki edeceğim en ağır küfürler bile masum kalıyor..


kahretsin,
yine gülüyorum..

ve sen hayat..
güldüğüme bakıpta aldanma,

ben o en afili küfürleri hep senin için cebimde taşıyorum..

stabil

hayat mı "stabil", ben mi hızlıyım.
yoksa ben mi "stabil", hayat mı hızlı.

birşeyler duruyor, bişeyler hızlı.
nedenini bilemedim.
hangisi hangisidir,

anlamadım gitti.


bir de üzerimdeki gereksiz bir "statik elektrik".
bir kaçağı olsada atabilsem.

atamadım gitti.

uçan ben olsam..

az once yuruyerek cıkarken yuruyen merdıvenlerı,

Gelen yolculardan bırı tanıdıktı..
Selamlastık ve "hayırdır nereye ucuyorsun" dedı..

ah dedım ıcımden,
Keske ucan ben olsam.. Ucabılsem keske..
Ama kanatlarım yok.
Sahı o zaman ne ıse yarardı kı aırportlar..

Neden burada olunurdu kı..

aslında, sımdı sahı kendım ucabılsem,

ucup gıtmek ıstedıgım oyle guzel yerler var kı..

Ucabılsem,
Hıc konmazdım bıle..

Neyse,
Ne demısler, halamın bıyıgı olsa amcam olurdu..

Welcome on board..

Nokia E'series ile gönderilmistir.

dua




uzaklar seninse,
bütün yollar benimdir..

hayatımın her döneminde,
kendim de dahil,

inanan, inanmayan herkesi, en zorlu anlarda,
en çıkmazlarda,
"dua" ederken gördüm.

elbette "arapça" değildi bir çoğumuzun duaları ve bir ezbere dayanmıyordu.

sadece içimizden geldiği gibi konuştuk, sessizce..

tanrı bize güç ver!
bize mutluluk ver!
bize acı verme!

benim dualarıma ne para girdi, ne şan nede şöhret.

biz hep "dua" ettik, inanan veya inanmayan herkes gibi..

"dua" ettik,
küçük ve masum dualar.
ama "tanrı" bizi genelde,
pek duymadı.

biz imtihan edilen insanlardık belkide,
ve elbette "dua" ile olmayacaktı,

oysa en çok da,
parmak uçlarımla teninde nehir gibi akabileceğim,
sadece bakışarak konuşabileceğim,
susarak sevebileceğim,
dizimde saçlarını okşayabileceğim
bir insan dilemiştim.

neyse,
geçtim artık kendimi de,
artık tüm dualarım
"insanlar" için..

kyndos, küller ve ben..




ben,
sen..
hepimiz..

hangimiz masumuz?

ve sen gökyüzü..




bugün, geç kalkmışlığın bütün ağırlığı ile taptaze çayımı yudumlarken,

normalde sevmediğim pazar gününden haz aldığımı anladım.
ve üzerimde güne geç başlamışlığın ahmaklığıda yoktu..

bir ara, elimde çay kupası,
gökyüzüne baktım..

o koskaca derya deniz, zifiri karanlık "uzay" bile nasılda "masmavi" çökmüştü İzmir'in üzerine.

herşey olduğundan farklı görünebiliyordu evet.

sonra şunu düşündüm,

ben hiç düşmeseydim, kalkmak nedir öğrenemeyecektim.
ağlamasaydım, gülmeyi bilmeyecektim.
yalanlar soylenmeseydi, doğruyu bulamayacaktım.
uyumasam, uyanmanın tadını alamayacaktım.
hata yapmasam, hatanın ne olduğunu kavrayamayacaktım.
geceyi yaşamasam, o güzel şafak vaktini içimde hissedemeyecektim.
bin kurşunla vurulmasaydım, yaşamanın ne kadar güzel olduğunu anlamayacaktım.

hatta gırgırına,
çarşambayı sel almasa, perşembe de gelmeyecekti.

ve ben bugün,
O aslının "zifiri siyah" olduğunu bile bile,
aldana aldana,
"masmavi" gökyüzünün tadını çıkarttım.

beni üzen, ağlatan, aldatan, yalan soyleyen, inciten insanlara bir müddet "küfür" ettikten sonra
içten içe "teşekkür" edişim,
ondandır..

yazısız












zzzZZzzZZZZZzz...

yağdı..

ve yağdı..

ben şu an, şimdi,
karışırken karmaşık bir gece'ye.

sırılsıklam bir yağmur'da parlatıyorum,

tüm huysuz
umutlarımı,
ve
iflah olmaz
sancılarımı,

hatta

ayakkabılarımı.

yağdı, yağacak..



sadece yağmur,
sensizlik
ve
iç çekişler..

karardı heryer..
ha yağdı, ha yağacak..

yağmaya başladığında çıkacağım.

hiç bir şey almadan üstüme,
oylece ve sırılsıklam
ıslanacağım.

herkes kaçarken bir yerlere,

ben öylece duracağım..
kollarımı açacağım..
gözlerimi kapatacağım..

biliyorum kimse gelip sarılmayacak,
hatta o sırılsıklam yağmurda öpüşmeyeceğiz tutkuyla
ama,

ben yinede tebessüm edip,
salağı oynayacağım..
öyleymiş gibi yapacağım.

öylece ve
sırılsıklam,

ıslanacağım..

çayımsı



nerede ve ne zaman içildiği önemli olmayan
"sabah çayı" tadındayım..

demli,
sıcacık
ve
tap-taze..

tam da hava,
gözleri yatırıp ıraklara,
sigara yakılası
bir zamanda.


sigaramın dumanına,
saramam ki seni..

çünkü gittiğim yollardan
dönüş yok geri..

yinede tadım
demli bir "aşk" gibi.

biraz da şekerli.

sahi,
içsene beni.

ıska

belkide uzaktan ve yalnız uçuşumdandır,
mutluluğu her seferinde ıskalamamın nedeni.

bulutlarla da mutluyum aslında,
sarmaş dolaş ve
sarıla sarıla..

yine de bazen,
kırlangıç olasım var,

üşüdüğümde,
sıcak bir evin
küçük bir penceresinde..

Sandık ve oylar vesaire falan..

Günaydın ve herkese güzel bir gün dileklerimle..

Ablamın, almak istedikleri köpeğe dair günlerce başımın etini yemesi ve tercihimi söylesemde ısrarla "acaba şu mu olsa" diye kararsız bir tavır sergilemesi neticesinde bloguma anket koyacak noktaya kadar geldim.

Kendisi bloğumdan habersiz ama, ben bu elimizde kalan 3 seçeneği bir yerde oylayacağımı belirttim.

Siz olsanız, hangi yavruyu seçerdiniz?

Okuyan, gezen, gören, seçen, beğenen herkesin oylamaya katılmasını rica edeceğim,
Hadi, bitsin şu çile:)

Saygılarımla, arz ederim.


Not: Anket yan tarafta olup, yavrular ise aşağıdadır..
Not2: İşaretleyip VOTE demeniz yeterlidir.
Not3: Yorumlara da açık bir posttur.
Not4: Boyle bir not bulunmamaktadır.












o kapıyı ben kırarım..!

Hay bin kunduz!..
Ne enteresan bir gün..
Al sana az önce yaşadığım bir olay daha..
Sıcağı sıcağına, şu an çayım ve sigaramla oturup paylaşayım istedim..


Önce "kış geliyor" tadında bir serinlik vardı dışarıda.
Buna çok sevindim işte..
Seviyorum kardeşim soğuk geceleri, günleri.. Ne yapayım..

Zaten güne geç başlamışlığın verdiği anlamsızlık ile dışarı kahve içmeye çıktım.
Kısa süren kahve muhabbetinden sonra, eve dönüyordum.

Binaya girdiğimde ortamda enteresan bir hava vardı.. Boyle bir kalabalık var binada, tüm komşular binada ve herkes "tıp" oynuyor. ve kulaklarıyla bişey dinlemeye çalışıyorlar.

Ne oluyor kem küm derken,
o sesi duydum..

20 yaşladında bir kız, avaz avaz bağırıyor..
"dayanamıyorum.." diye..

Biraz hızlı adımlarla hemen yukarı çıktım ve sesin yerini tespit ettim.
Bildiğim kadarıyla üniversite öğrencileri vardı orada..

Şimdi tamam kız "dayanamıyorum" diye bağırıyor ve inliyor ama,
Kapıyı çalsam acaba ne olurdu..
Belkide sevişiyordu ve dayanamadığı buydu diye düşünürken..

Yok yok kesin bir "sızı" var bu seste diyerek zile bastım..
En fazla tüpçüyüm felan derdim sevişiyorlardıysa..
Şık bir tüpçü tabi:)

Neyse efenim, yok.. kapı açılmadı, ses arttı..
Hemen görev dağılımı yaptım, çok konuşan bir komşu kadına, hemen ambulansı aramasını soyledim, bir diğerine de polisi..

Onlar halleder diye düşünürken,
Ses artık çığlık oldu ve bir an tutamadım kendimi..

Bir an kendimi kaybettim ve o kapıyı kırmak için hızla çarptım.
Olmadı..
Hatta kartın boşluğumdan darbe aldım..
Şu an hâlâ sızlıyor.

İkinci denemede başardım..
Kırmıştım!

Tamam şimdi daha zor bir görev, bu kız nerede?..

Bir iki odayı gezdim sonra ne göreyim kız, ağlamaktan patlamış gözlerle gözlerime bakıp "dayanamıyorum".. diye bağırdı..
ve açık balkon kapısına doğru yonelmeye hazırlandığını farkettim.

Ve bunu yaptıda..
Hale bak..
Belkide hiç bişey olmayacaktı ama ben içeri daldım diye acaba benim yüzümden atlasa, kimbilir kendimi ne kötü hissederdim..

Ama, dur bir dakika.. Kolaymı oyle, karşısında hiç yabana atılmayacak olan ben varım bi kere.

Kızın üstüne nasıl atladığımı bilmiyorum ama, bildiğim o ki, balkondan atlasa daha iyiydi..
Hemen sarıldım..
Başını göğsüme yaslayınca biraz ama biraz rahatladığını farkettim.

Çok tuhaf bişey,
Sakinleştiğini hissediyordum ve saçlarını, yüzünü okşarayarak, onun hala süren ama cılızlaşan "dayanamıyorum" serzenişlerine "dayanacaksın" "geçecek" bitti bak geçti" türünden seslenişlerle karşılık veriyordum.

Bu arada, takdir ettim ki, polis ve ambulans aynı anda hızla geldiler.

Evin içi birden kalabalıklaştı..
Hemen ambulansla gelen kadın doktora kızı teslim ettim,
Komşu kadınlar felan falan derken,
"kız"dan işler olduğu için olayı işte polis arkadaşlarıma da anlatarak aşşağıya indim..
Dışarıda bir sigara yaktım..
Baktım ki binanın önünde ambulans ve polis tepe ışıklarıyla geceye bir güzellik katmış..
Her yer mavi..
Özlemişim bunu..
Birde kalabalık insan topluluğu..
Hepsinin dilinde aynı soru.. "ne olmuş?"

İçimden güldüm, bilmiyorum dedim soranlara..
"Ben yabancıyım" dedim..
Evet gerçekten yabancıyım hayatınıza..

Hayatımızda ne kadar çok "ne olmuş?"çular var düşünsenize..
O kız ben gitmeden yarım saat önce başlamış bağırmaya..
Ama insanlar, birbirine "ne olmuş" diye sormaktan ne ambulans çağırmış nede polis..
Belki de, o süre içinde olan olacak ve hayatına son verecekti "ne olmuş?" sözleri altında..

Olayın komik anı da, ambulans ayrılırken yaşandı..

Ambulans giderken kadın doktor, yukarıda da göz göze geldiğimiz için tanıdı beni ve "şimdi iyi", "sakinleştirici vurduk" dedi. Arkadaşlarıda gelmiş, merak edilecek bişey yoktu. dedi..

Tam dönüp giderken de dedi ki,
"O dayanamıyorsa, ohooo ben nelere dayanıyorum bi bilsen"

Güldürdü beni..

Neyse, hep boyleydim zaten,
"ne olmuş?" diye sormayı sevmem..
Onlar sora dursunlar,
Onlar bakadursunlar,

ben, o kapıyı kırarım!




Not: Bana "Joker" diyen utansın..

yüksek ve aşrı



Daha çocukken ben, pek meraklıydı bizimkiler,
Yani annem felan, boyle yakınların düğünleri sık olunca, düğün öncesi kına gecesi hadiseleri olurdu.

Aklıma şöyle bir durum çökmüş, etkisinden hala kurtulamıyorum.

O neşe ve keyif için oynayan, gülen, boyle abiye kıyafetli, bol bilezikli kadınlar,
"Yuksek Yuksek tepel......"
Diye bir şarkı başlayınca,
Hobbaaaa, hep birden herkes başlıyor ağlamaya..
Hemde ne ağlama..

Daha ufacıktım ama, hadi ayıp olmasın o guruha diye, çok gözyaşı dökmüşlüşüm vardır.

İyide, ne oldu size, ne güzel oynuyordunuz.
Bizde aklımız bile ermeden, yaşıtımız 8-10 yaşında minik ve cici elbiseler giydirilmiş kızlarla kesişiyorduk.
Sevmek, öpüşmek, sevişmek nedir, daha bilmeden.


İşte o an, o şarkı bitene dek, düğün evi olur, cenaze evi.
Hele o gelin..
O ne ağlamak..
Görende, babası 500 altın başlığa ağanın oğluna zorla veriyor sanar..

"Hem giderim, hemde ağlarım arkadaş" edası var tabi yüzünde...


Neyse,
İşin şakası bir yana,
İşim gereği çok seyahat ettim, Ege, Akdeniz, Güneydoğu Anadolu..
Ben boylesi yerel düğün merakım nedeniyle çok düğün gördüm.
Hatta açıkçası, hiç bilmediğim yerlerden gece geçerken bile, hiç tanımdığım insanların düğününü izleyip, oratama karışıp, üstüne birde kuyruğa girip para takmışlığım bile vardır damada.

Zira, şimdi tanımıyoruz etmiyoruz, oyle geline meline para takıp "kim lan bu bana dokunan adam" kıvamında olmak istemedim.


Yüksek yüksek tepeler..

Bu şarkı nedense, fena ağlatır insanı.
Hemen hemen tüm bölgelerde kullanılır insanları bağır çağır ağlatmak için..

Oysa ben dinlediğimde şöyle bir hava esiyor bende beyinde..

Misal damat benim,
Gelin, yani kadınımla o köyün, tam ortalık meydanında kurulmuş eğlenti arenasında,
Karşılıklı geçiyoruz..
Şöyle kollarımı kaldırıyorum "efe"ler gibi.
Boyle bende bir harmandalı havası..

Ağır adamız nede olsa..
Yok tabi oyle kıvırmak.. Ne sandınız?

Kadın desen, işte hafif hafif, edalı işveli süzülesi kıvamda, ama kıvırtmadan oynasa..
Tüm oynayış hadisesinde, damat ile gelin,
Yani ben ve kadınım göz göze kalsak.
Oyle aşkla baksak..
Oyle masal gibi olsak..
Patlasa gökyüzüne silahlar..

Ne, oradaki insanlar umurumuzda olsun, ne köy meydanında ortalıkta gezip yaramazlık yapan küçük çocuklar..

Vay be..
Ne sahne..

Gözlerim yaşardı iyi mi..

Ne zaman boyle düşünsem, acilen evlenesim geliyor,
Ama çokkk önemli birşey, hep eksik kalıyor..

Uzun lafın kısası..
Ey analar babalar,

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar haklısınız da,
Sizde her önünüze gelene iyi kalpli, cici, akıllı kızlarınızı vermeyin allah aşkına..

Bize de kalsın..



Sahi,
Uçan da kuşlara malum olsun..
Ben "kendimi" özledim..

gülümse




Bende en az sizin kadar kandırıldım çocukluğumda masallarla.
En az sizin kadar umut ettim,
Sizin kadar mutluydum,
Sizin kadar ağladım belki en az..

Sizin kadar aşık oldum,
Seviştim hatta doymadan,
Şehvetle ve futursuzca...

Sizin kadar aldattım belkide.
Aldatılıdım da hatta..
Sizin kadar kötü oldum bazen.
Bazen çirkin ve bazen de güzel..

Kimi zaman ben şehre küstüm,
Kimin de, şehir bana..

Bazen çok sevdim insanları,
Bazen de sevgim kadar büyük, nefret ettim.
Hatta, benden de ağır küfürler ettim.

Oysa eskiden,
Sazlarım, ırmaklarım,
Çakıl taşlarım vardı benim..
Ama namussuzca çaldılar.
Yaktılar,
Yıktılar,
Kuruttular..

Sonra,
Şehre bir film gelecekti,
gelmedi.

Bir güzel orman olacaktı yazılarda,
olmadı.

İklim değişecekti, akdeniz olacaktı,
olmadı.


Ben yine de, herşeye rağmen
Dudağımın kenarında bir kıvrımla,
Gülümsüyorum hayata.


Herşeye rağmen..
Korkma,

Sen de gülümse.

mim - x

peri arakdaşımız mimlemiş.
Aslında mim yazma işini bırakmıştım lakin kimseye göndermeden usulca yazayım bari son kez.

...Blog'una neden bu adı verdin?

Hayattaki tüm boşlukların, çıkmazların bir diğer adıdır "khaos". Belki de çıkmazları aşmak için öncelikle nerede olduğumuzu kabul etmemiz ve teşhis etmemiz gerekiyor.
Bilmem, belkide saçma bir açıklama oldu..

...Blog yazarken star tribiyle istediğin, olmazsa olmaz dediğin şeyler var mı?

Bira ve cips ikilisini seviyorum. Bazen şarap, ama özellikle kış ayında, iyi demlenmiş çay ve sigara en güzeli.(Uyarı: Sigara Öldürür, vallaha..)


...En son satın aldığın garip şey?

İşlemci fanı :O


...Şeker gibi olduğun anlar?

Gece 00.00 dan sonra, bir sonraki gece 00.00 a kadar.


...Arkadaşım artık sormayın şunları dediğin şeyler?

Böyle, rahat bir mizaç, uzun tatiller, kafana göre bir yaşam, sürdüğüm için en çok da işimi soran oluyor. O nedenle yazın özellikle o çok sevdiğim t-shirti giyiyorum ve boylece kimse sormuyor. Ne mi yazıyor? "Porn Director".
Merak, kediyi öldürür..


...Seksin sendeki rengi?

Sex deyince Kırmızı-gri renkleri geliyor aklıma. Ama siyah olsun içindekiler:)

...Aynaya bakınca gördüğün?

Hala Umut olduğunu görüyorum kendi gözlerimde.

...Kendini okutan blog dediğin?

Hiç ayrım yapmıyorum, Yemek Tariflerinden, Style bloglarına kadar okuyorum fırsat buldukça. Tabi aşk-hayat-gerçekler üçgeni daha da çekici.

...Bu blog sahibi/sahibesiyle karşılaşabileceğin yerler?

O sizi bulur, merak etmeyin.

kırmızı - mavi

Kadın, iki elinde tuttuğu
İki hapı gösteriyor.

Birini seçmemi istiyor.

Ben ise,
Seçimsizliği seçiyorum,
O mecburiyetsizliğin tadına varıyorum.
Velev ki sadece ellerini seçiyorum.

Haydi dayasana namluyu başıma,
Bakalım herhangi birini seçtirebilecekmisin.
Beni böyle ikna edebilecekmisin.

Saçmalama!ca

* Bir çok insan şiir yazdığımı düşünüyor. Halbuki hayatımda hiç bir zaman şiir yazmadım, hikaye de, öykü de. Ne hissedip yaşıyorsam onu yazıyorum Ama yanyana uzun ve paragrafsız yazılar yazmayı sevmediğim için, kısa ve alt alta yazıyorum. Belki ondandır şiir sanılası yazılar.

* 5-6 yıl önce izlediğim videoların, Facebook ta "yeniymiş" gibi sürekli beğenilip paylaşılması bana tuhaf gelmeye başladı.

* Artık Facebook sebebim olan FarmVille sayesinde ogrendim ki, bendeki sabırla çifçi felan olmazmış.

* Alfabeye Q,W,X harflerinin konulmasına karşı olmadığımı farkettim. Çünkü zaten sürekli bu harfleri kullanmıyormuyuz?

* İnci adındaki arkadaşım, her gün burcum nedeniyle bana sms gönderiyor. Bu hafta şunu yapma, bugün bunu yap, bu gün böyle olacakmış falan diye.. Hadi bunlara alıştım da arada gelen cinsel durumumla ilgili astroljik tahminlere ne demeli, bu iş yıldızlara kaldıysa, vay halimize.. İlahi İnci..

* Ergün Babahan ın köşe yazısında "yazıcam" diye bir kelime geçti. Hukuk Fakültesi mezunu, İzmir'li, daha önce Koskoca Sabah Gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmış birisine yakıştıramadım boylesi kelimeler. "Yazacağım" olmalıydı..

* Geçen gün, babama yeni mobil cihaz aldık Turkcell İletişim Merkezinden. İphone 3gs geldimi diye sorunca üstüme doğru 1.95 boylu bir hatun yönlendirdiler ve telefon numaramı aldı gelince haber vermek için. O an, boy farkı nedeniyle kendimi çok ezik hissettim, hatta numaramı unutacak kadar. Sahi, neden 1.95 dedim ki, ölçmüş gibi..:)

* İzmir'li biri olarak anladım ki, İstanbul, benim hayatımın dönüşüm şehri olacak.

* Geneli Üniversite öğrencilerinin oluşturduğu eğlence yerlerinde kendimi artık oraya ait hissetmeme durumu oluştu. Sanırım ağır abiliğe devam etmem ve saha ağır mekanlarda olmam gerek.

* Aralık ayında, bir kaç gün Kapadokya'da olma programı yapıyorum. Doğum günümü orada geçirmek.. Birde bol Kar yağarsa, tadından yenmeyecek.

* Anladım ki, kadında, ayak bileği ve kuyruk sokumundaki dövmelere bayılıyorum. Hatta bir güzele, kuyruk sokumuna mutlaka dövme yaptır dedim. Bakalım, dinlerse beni yaptıracak.. Sahi, "kuyruk sokumu", ne saçma bir kelimeler silsilesidir..

* Bazı arkadaşlarım uyuduğum anlarda onların telefonlarına cevap verdiğimi, konuştuğumu, hatta görüşme programları yaptığımızı iddia ediyorlar. Oysa ben hiç hatırlamıyorum ve sonrasında anlamsız kaprisler ve suçlamalarla karşılaşıyorum. En iyisi uyurken "sessiz mod" da takılmak..

* Aşk'a bulanmak.. Hala başaramadığım şey. Çok mu utopik bişey istedim bilmiyorum ama, şans bu konuda benim yanımda değil. Bazen 6-7 yıl geriye dönmek istiyorum. Nedense..

* Kış aylarını çok seviyorum. Sinema tadında, harika bir mevsim bence. Bu kış İzmir ve İstanbul'da bol bol sinemaya gideceğim.

* Siyah renk, kadının içinde de dışında da, hala favorim..

* Sahi Lost başlasa da izlesek..

* Şu an birden anladım ki saçmalamak da bir yere kadar..

Sakın beni sevme!




Bu gece geç saatlerde göz göze geldik o güzel kadınla..

Öylesine konuşurken havadan ve sudan,
Yine o hayatındaki karmaşık durumla ilgili birşey kaçırdı ağzından.

Asıldı suratım.
Sustu bildiğim tüm kelimeler.

Düşündüm sonra.

Gözlerine baktım,,
içimden dedim ki,
"Sakın beni sevme!"..

Gözlerime baktı, anladı.
İçinden dedi ki,
"Fark etmeden çok bağlanmışım",
"Ne zaman birşeyler güzel gitse hayatımda,
Sonra birden yıkılıyor
"..

Sustuk..
Ayrıldı yollar.

Sonra ters istikamete giderken ikimiz,
Kulağımızda aynı anda belkide, Yalın'ın o şarkısı vardı.
"Keşke"..

Şu an,
Alkol kokuyor nefesim ve sigara hatta,
Ve hala yalnız yürüyeceğim çok yol var.


"Sakın beni sevme!" demiştim ama,
Sanırım vakit geç'ti,
Ve galiba,
sevmişti.


Hişştt


Su uyandı, sen uyanmadın..
Aşkolsun..


Gece öyle güzeldi ki..

Sahilde..
Yan yana..
Serin hava da..

Bir şişe kırmızı şarap..
ve iki kadeh aldık yanımıza..

Bir ateş yaktık kumsala..
Hava serindi..
Üstümüze bir battaniye aldık..
Yan yana..
Deniz ise, hafif dalgalı..

Aynı battaniyenin altında, daha bir güzeldi yıldızlar..
Gece, zifiri karanlık..
Şarap ise daha bir tatlı..

Etrafta kimseler yok..

O ara, kelimeler bitti..
Bir ara önce gözlerimiz takıldı,
Ve sonrasında dudaklarımız..
Dakikalarca öylece, askıda kaldı..


Sonra biri
-"Hişşşşştttt" dedi.. "Uyan"...

Alarm kurduğum şarkıya da bak...



Sahi..
Sahil?


Hassssstir be..
Yine Rüyaymış..


.

teninle tanışmak





Teniyle tanışamadığım Aşk'lar olduysa da hayatımda,
Bolca, içinde aşk olmayan ten'le tanıştım galiba..

Oysa,
Teniyle tanışabileceğim,
Dokunabileceğim,
Parmak uçlarımı gezdirebileceğim,
Tenini koklayabileceğim
Aşk'lardaydı gözüm..

Ama çok olmadı..

Aşk'ın ten'ini koklamak,
Toprağa yeni yağmış yağmurun verdiği kokudan ve hazdan,
Çok fazlasıydı elbet..

Ondandır,
Yağmur zamanları içime çektiğim nefesin,
Belirsiz ve yaşanamamış bir "Aşk"ın ten'inin tadında olması..

yağmurlar yağdıkça,

benim dilim, damağım..

hep

tatlanacak.

1000lerce



Şu sıralar,
Serdar Ortaç gibiyim..

Hem kendime tahammülüm yok,
Hem de bensiz yapamıyorum..

Üstelik 1000lerce dansöz var sanki içimde..
Tüm duygularım kımıl kımıl..

Belkide,
Bir "düş hekimi"ne görünmenin tam zamanı..


Sahi dansöz demişken,
Hemen yanıbaşımda dans eden şu güzelim dansçıları geçen gecelerin birinde, sizler için kayda aldım..:)

Sizin için baksanıza ne görgüsüzlükler yapıyorum..
Hizmette sınır yok nede olsa..


Bir Erotik yazı..

...
Sonra o Kadın'la göz göze geldik..
Düğümlendi sanki kelimeler..
Parmak uçlarımız, yolunu biliyormuşçasına,
Birbirimizin teninde gezmeye başladı....

....... Bitti..


Bu yazımı,
Tüm yaz boyunca devam eden ve halen süren,
Aşk-ı Memnu dizisindeki minik bir parça için,

-Vay anasını ne seviştiler beee..
-Ufff, porno yaptılar resmen..
-Acaba yine sevişeceklermi..
-Ah bi daha izleyelim yutub'dan..

gibisinden,
anlamsız ve mesnetsiz ifadeler kullanan,
Yaşamamış, sevişmemiş, görmemiş

Güzel yuırdum insanlarına,
Armağan ediyorum..
Sanırım tatminkar gelecektir..



Hadi şimdi dağılın..