misafir odası yalnızlığı..
bazı ayrıntıları hiç unutmadım..
saatler süren eski model ve
içinde o yıllarda bolca sigara içilebilen otobüslerle yaptığımız yolculuklar sonunda ulaşırdık
bursa'da anneannemin evine..
düzenli bir evdi, güzel ve yazın en sıcak günlerinde bile serin bir evdi.
ancak bir odası her daim kapalı tutulurdu.
"misafir odası."
çocuktum belki, misafirdim hatta.
ama bana da yasaktı o oda.
özenle sehpalara yerleştirilmiş danteller,
basmatik tabir edilen en janjanlı sigara küllükleri,
resmiyete davetkar ciddi koltuk takımları,
koyu rengin alabildiğine hakim olduğu ve üzerimde devlet dairesi baskısı yaratan bir odaydı.
yine de çok çekiciydi..
ne zaman bir şekilde çocuk halimle girip o eski porselen takımları incelerdim,
basmatik küllüklerle oynardım ki bastığımda sürekli dönerdi o içindeki ince saçtan yapılmış daire.
üzerinde pek oturulmadığı için hiç eskimemiş olan koltuklarda otururdum.
ama ne zamanki o odada olduğum farkedilse annem veya ananem bir şekilde seslenirdi..
"kırıp dokeceksin, çık o misafir odasından.."
halbuki çocuk olduğum kadar misafirdim ve o odayı solumayı ilginç bir biçimde seviyordum..
yıllar geçti..
yıllar geçtikçe büyüyordum..
büyüdükçe daha rahat girebiliyordum o odaya..
dedemi kaybetmiştik..
bir kaç kez daha gittim ondan sonra..
hatta orada yatmayı bile becerebildim daha sonraları..
oraya, bursa'ya gitmeyeli
en azından o eve uğramayalı belki 3-4 yıl oldu.
bu hafta sonu bir aksilik olmazsa orada olup, o odaya girip,
çocukluğumda el sürdüğüm yıllanmış eşyalara yine el süreceğim.
bu beni heyecanlandırıyor..
ama yıllar geçti,
herşey değişti..
belki dedem'i izleyemeyeceğim akşam yemeklerinde muhakkak içtiği bir double rakısını içerken..
belki anneannem de çok yaşlandı o yıllara göre, seslenirken biraz daha fazla bağıracağım..
ama şu da iyi haber ki, anneannem artık bana "çık o odadan, kırıp dökeceksin" demiyor..
o tarihi odanın kapıları bana artık sonuna dek açık..
herşeyi değiştirdi yıllar ama,
o oda hep aynı kaldı..
içine güneş bile sokulmadı, misafirler geldiğinde pırıl pırıl kullanılsın diye..
herşey değişti evet ama,
çoğu evlerdeki bu misafir odaları hep aynı kaldı.
sadece anneannemin değil ki,
2+1,3+1,4+1 hiç farketmiyor,
evin yaşanılması için tasarlanmış bir odası muhakkak misafir odası olarak "kapatılıyor"..
yılda bir kaç kez gelecek misafirler için 360 gün o oda'larda yaşam olmuyor, ses olmuyor, güneş olmuyor..
derin bir sessizlik ve kimsesizlik çöker misafir odalarının duvarlarına..
yalnızlıktan patlar duvarlar, ama bunu anlatamazlar..
işte,
kendimi ne zaman;
yalnız,
çaresiz,
kimsesiz,
güneşsiz
hissetsem
o misafir odalarına benzetirim kendimi..
misafir odası yalnızlığı çöker üzerime,
ama zerafetimden asla ödün vermem..
belli etmem üzerimdeki güneşsizliği,
yaşanmamışlığı..
ama ne yaparsam yapayım,
ne kadar belli etmesem de,
pis bir duygu bu,
duvarlarıma sinmiş..
misafir odası yalnızlığı..
yalnız,
sessiz,
güneşsiz ama
bi o kadar da,
fiyakalı..


şike..

sorunsuzluk daha da bir bunaltır insanı..
aslında herşey yolunda gibi gitse de,
mutlu değilsindir..
mutsuz hissettiğim zamanlar,
kendime şike yapıyorum mutlu olmak için..
mutluymuş gibi yapıyorum örneğin,
hem kendimi kandırıyorum,
hem de insanları..
anlık zevkler satın alıyorum bazen,
haksız mutluluklar yaşıyorum..
şike şike mutluyum bazen ya,
hep sonunda da
sike sike,
kaybeden de
ben oluyorum..


en uzun yürüyüşüm..

en uzun gecelerde..
up-uzun acılar çektim de..
aslında kandırmayalım birbirimizi,
acılar çekildiğinde yakıyor..
sıcağı sıcağına..
ruh kanarken işte..
ruh, kanarken..
şimdi elimde kalan ise,
benim o yalnız,
çaresiz,
bitkin,
amansız,
acımasız,
bazen yorgun,
bazen argın,
en uzun yürüyüşüm..
benim yürüyüşüm..
ama pes etmeyen,
durmak bilmeyen,
söz dinlemeyen,
naz etmeyen,
en uzun yürüyüşüm..
benim yürüyüşüm..
yağmurda,
daha bir güzel..
kalabalıklarda,
daha bir anlamlı..
sinirliyken,
daha bir sert..
en uzun yürüyüşüm,
benim yürüyüşüm..
ki aslında,
benim yürüyüşüm,
en uzun yürüyüşüm..
yapayalnız yürüyüşüm..
acılardan sanadır gelişim..
bazen senden acılaradır gidişim..
ama acılarım dinse de,
sen kenara çekilip gitsen de..
senli veya sensiz,
acıyla veya acısız..
ama yine de sert..
yinede emin..
yinede koşaradım..
yinede çocuksu..
yinede umutlu..
en uzun yürüyüşüm,
benim yürüyüşüm..
hiç ama hiç..
bitmeyecek..


beyaz bir sayfa ve dalgalar..

sen bir beyaz sayfa açarsın hayata,
yok sayarsın bir öncekini,
yalanların, dolanların ve kahpeliğin
kalın harflerle yazıldığı..
bir beyaz sayfa açarsın,
bir önceki kirli ve kapkara sayfaya inat..
bir beyaz sayfa,
bir öncekinin yerini tutacak,
bir beyaz sayfa,
tıpkı önceki gibi kirlenecek..
ve defterleriniz, kağıtlarınız sizin olsun,
hayatıma hiç yeni bir beyaz sayfa açmadım,
dalgalar silsin istedim, yeri ve zamanı geldiğinde..
bir önceki sayfanın kirlenmişliği yoktu artık..
sonra dalgalar sildi,
ben yenisini yazdım..
bir önceki yazılanlarsa..
hiç kirli kalmadı..


benimle ölürmüsün?

nedense bende herkes gibi zamanında,
farklı bir evlilik yapayım zamanı gelince istedim.
aslına bakarsanız zamanı hiç gelmedi.
biliyorum ki gelmeyecekte..
iş, güç, hayat v.s derken sanıyorum aşk'a adanacak en güzel yıllarımı sürekli şehir dışarında, iş seyahatlerinde, farklı limanlarda farklı kadınlarla geçirdim.
belki de düzenli bir hayatım olmadığı için de düzenli aşksal ilişkilerim çok olmadı.
bir gün orada, bir gün burada,
bir gün onun yatağında, bir gün bunun yanında..
gerek büyüdüğüm topluluklar, çevre yada adı her neyse..
çok evcimen di aslında..
çocukluğum güzel evliliklerin şahitliğiyle geçti
eş, dost, akraba..
"bir gün" diyordum.. "bir gün.."
"dilerim düşerim bir güzel evliliğe, veya en azından güzelleştirmek için çaba harcarım,"
"şununki, bununki gibi olmasın,"
"farklı olsun" derdim hep..
olmadı..
yani henüz olmadı..
nedense artık "evlilik" gibi kutsal bir müessesenin varlığına inanmıyorum.
inançsızlığımın nedeni tabiki bu müessese değil,
insanlar..
şimdi, filmi biraz geriye sarıyorum..
yazları çeşit çeşit düğünlerle evlenen insanların bir sonraki yazları "dul", "boşanmış" rütbeleriyle geçirdiklerini düşünüyorum..
hayatımdaki kadınları düşünüyorum..
yani evli olupta evli olduğu adamla veya o adamın verdiği an'larla yetinemeyen,
bu nedenle evliliğinide bitirmeyip ama aşk'ı, sex'i, mutluluğu başka adamlarda arayan kadınları..
düşünüyorum..
düşünüyorum da,
bazen o adamların yerine koyardım kendimi.. o kadınların kocaları, eşleri olan adamların yerine..
ne kâbus'tu ama..
yani biraz empati ile o aldatılan adamların yerine konmak bile içimi karartıyordu..
karartıyordu çünkü;
"ya benim de başıma gelirse?" düşüncesi beni yiyip bitiriyordu..
sanıyorum şu an boşanma davalarının sayısı yapılan düğünlerin de ötesine geçti.
adına teknoloji, internet, telefon, ekonomi falan filan ne derseniz deyin..
artık yürümüyor bu işler nedense..
bir sebepten işte, yürümüyor. yürütemiyorlar..
eş, dost, akrabalardan gördüğüm o ki,
evlilik çok kolay şey, ayrılıklara göre..
sicilim çok temiz, sözlenmişliğim bile olmadı..
hayatımda çok ama çokça kadın oldu..
üç'e ulaştı belki bir erkek olarak aldığım evlilik teklifi..
ama yapmadm..
yapamadım..
"doğru insan"la, "doğru bir evlilik" hayalim vardı çünkü benim..
yani içinde ayrılığın "a"sı bile olmayan..
beraber yaşlanılacak bir ömrün tutanaklarında kadınımla yaşamak,
yaşlanmak,
gülmek,
ağlamak,
ve hatta ölmek..
evet evet ölmek..
ne kapkara bir kelimedir.. duyunca insanın içini gıcıklatan..
belki hayatımdaki kadınlardan 20sine deyesydim ki,
"benimle evlenirmisin?"
bir ihtimal 19 ini çıkartırdım baştan ve attırırdım imzayı..
ama imza herşey değil ya,
hangisi benimle yaşlanırdı,
benimle ölürdü orası meçhul..
sanırım evlilik zor değil..
evleneceğin insanın karakteri şekillendiriyor geleceği..
ben benimle evlenecek değil,
benimle gülecek,
ağlayacak,
kavga edecek,
film izleyecek,
müzik dinleyecek,
sevişecek,
kötü günümde yanımda olacak,
kötü gününde yanında olacağım,
cüretkar,
karakterli,
cesur
benimle yaşlanacak,
onunla yaşlanacağım;
benimle ölecek,
onunla öleceğim
bir kadın aradım hep..
ama olmadı..
evlenecek kadın çoktu elbet..
hiç bir kadına "benimle evlenirmisin?" demedim zaten..
ben benimle evlenecek kadın istemiyorum galiba..
"benimle yaşlanırmısın?"
"benimle ölürmüsün?"
"son nefesine kadar benim olurmusun?"
sorularına evet diyecek bir kadın istedim hep..
olmadı..
evlenebileceğim kadın çok oldu..
ama benimle yaşlanacak,
benimle ölecek bir kadın olmadı daha..
olursa olur..
ama olmazsa, sırf evlilik yapayım diye evlenmeyi de asla düşünmüyorum..
bir kadın olacak..
kadın gibi kadın..
öyle bir kadın..
asla ona "benimle evlenirmisin?" demeyeceğim..
denk gelirsem tabiki..
öyle bir kadına, hayır deme ihtimali olsa bile, şunu soracağım belki bir gün..
"benimle ölürümüsün?"
çünkü;
"ben seninle ölürüm"...


uzun uzun..

oysaki ne uzun uzun yazılar yazardım..
günde üç kez yazamasam bile mutlaka her gün yazardım.
uzun uzun düşündüm de;
daha çocukluk yıllarında mektuplar yazardım en uzunundan,
bir zarf'a ambalaj yapıp gönderirdim,
ve sonrasında uzun bekleyişler..
o bekleyişlerin sonunda uzun uzun okurdum yazılanları, sindire sindire.
yazmayı çok sevdim ben, hatta okumaktan daha çok.
büyüdük tabi uzun yıllar sonra,
uzun bakışmalar, uzun uzun öpüşmeler derken,
aslında bu kısım aşk için yazılmıştı ama,
çok da uzun uzun aşklar yaşayamadım ben.
belki uzun işlerim nedeniyle göçebe hayatı yaşamamdan dolayı,
belki de uzun yolların ayırdığı şehirlerden dolayı..
ama uzun uzun sevmekten hiç bıkmadım mesela,
ve tabiki uzun uzun sevişmekten..
şimdi nasılda kısalıyor hayat,
zaman çabuk geçiyor..
herşey pratik ve herşey kısa.
ama ne olursa olsun,
uzun uzun düşünmekten,
uzun uzun yazmaktan,
uzun uzun sevmekten,
uzun uzun sevişmekten,
sanırım hiç ama hiç,
bıkmayacağım.
geriye kalan herşey
kısacık olsa bile.


bir bilsen.. ben gidemedim..

ben gitmeyi çok sevdim en gidilesi havalarda..
bazen günışığı, bazen karanlık, bazen sırılsıklam yağmurlarda..
gidilmesi gereken odalarda kalmayı hiç ama hiç sevmedim..
o yüzdendi hep gidişim..
doğdum, büyüdüm, doydum..
aşık olum, şehvet doldum, sevdim ama..
sıkça da gittim..
arkama bir an bile dönüp bakmadan gittim..
çok ça seni seviyorum dedim hayatımda,
daha çoğunu da duydum..
"senin için ölürüm" bile demedim,
çünkü yalandı bu cümle ve ölmeyecektim..
zaten bunu bana diyenler ölmediler de..
yine de aşk'lar insana ne güzel sözler yazdırıyor değil mi,
ne güzel notalar yazdırıyor,
ne güzel yalanlar soyletiyor bazen..
oysaki aşk'lar bitiyor,
kalanlar sadece notalar, şarkılar oluyor..
bir de, sadece hatırlanası tarafından anılar..
bak yine de, mutluyum,
en azından mutluluk rolleriyle oscar'a aday oluyorum..
tenim deniz kokuyor şimdi,
ve yine su'yla sevişiyorum..
tanrı adaletli davranmıyor hiç,
ya da bizde bir sorun var hep..
çünkü vuran, hep acımasızca vuruyor..
ne dersin?
yoksa sorun bizde mi?
ben şanslı olmadım pek,
ve hiç kimseye,
"bir bilsen, senden gidemedim.."
demedim,
diyemedim.
keşke diyebilseydim..
bak yalnızım ve hatırladığım tek şey,
"hep gittim.."
bak..
yine,
gittim.
(bu güzel şarkıyı yazıp dillendirdiği için simge'ye, resim için bana teşekkür ederim)


yüreğimin sonbaharı

yüreğimin sonbaharını düşündüm.
elimde bir fincan kahve, camdan insanları seyrettim.
kiminin dışı üşüyor, kiminin içi acıyordu.
saklasalar da ben görüyordum..
sonra kendi sonbaharımı düşündüm.
anladım ki, dökmüşüm o yemyeşil yapraklarımı..
önce sarartarak..
ben şimdi sonbaharımı yaşıyorum..
hava kapalı ve yapraksız kalmış ağaçlarım..
zaten şimdilerde kime sorsam,
içinde müthiş bir sonbahar var..
herkeste kandırılmışlık,
hava kapalı
ve dökülmüş çoğunun yaprağı..
oysa, ilk baharın olmassa olmazıdır sonbahar..
ilkbahara ulaşmak için şarttır belkide..
bir gün, mutlaka gözlerimi açacağım,
o sahte olmayan
güneşli,
güzel,
denizi mavi,
havası temiz,
ve yemyeşil bir ilkbahara..
o günlerin hatrına..
yüreğimin sonbaharını bile,
çok seviyorum.
bir başkasını sevmek için kendini sevmek gerekir..
ve insan kendisini sevecekse,
acısını da sevmeli..
sonhabar'ınıda..


doğum ile ölüm arasında..

26'sı Aralığın..
doğduğum ve bir gün ölmeye söz verdiğim gün..
bugün,
doğum günüm..
zaten öyle değil mi,
çıplak başladığımız hayatı, ya ecelimizle, ya da ani bir veda ile sonlandıracağız..
yine çırılçıplak..
bize kalacak olan,
işte o doğum ile ölüm arasına sıkıştırdıklarımız..
yani gülüşler,
sevmeler,
aşklar,
sevişmeler,
acılar,
gözyaşları..
işte, anla,
hayata dair ne varsa..
belki de ondandır,
aslında çok fazla önemsemiyorum hayatı..
yani o arada kalan kısım çok acılı ve hüzünlü geçmesin diye
uğraşıyorum da,
çoğu zaman olmuyor..
keşke,
hayat,
o güzel doğum günü kutlamalarındaki dilekler gibi,
sade ve mutlu olsa..
olmuyor..
ama olmuyor diye,
umutsuzluk yok..
umut edip, fedakarlık yapıp,
doğum ile ölüm arasındaki o enteresan araya,
daha çok mutluluk sepiştirmek gerek..
daha çok, daha çok..
sahi,
doğum günüm..
telefonlar çalıyor saat on2'yi geçti diye,
internetten yazıyorlar..
mutluluk, başarı, sağlık diliyorlar.
iyi ki doğdun diyorlar..
sahi, mutlu ediyorlar, iyi ki varlar..
iyi ki doğdum da,
iyi mi yaptım,
halen bunu bile bilmiyorum..
neyse, ne demiştik..
sen sarıl.. gün ağarmaz deme!


kader, kısmet ve saire..

abc kanalının yeni dizisi "flash forward" ı izlemeye başladım bu sezon. 9. bölüme geldi. ilginç bir konu işliyor. gelecek ve yazılanları değiştirmek üzerine. bunun üzerine de geçen gün sevgili zeugma nın "yazgı mı?" isimli yazısını okuyunca bir kaç gündür "kader" ismini verdiğimiz o yazgıyı düşünüyorum..
sahi,
hani aslında dikkatimi birşey çekti.
farkettimki güzel ve iyi şeyleri, mutluluğu hiç "kader"e yormadan, başımıza kötü şeyler geldiği zaman,
"kaderde bu da varmış"
"kaderimiz böyleymiş"
gibi olumsuz cümleler kuruyoruz.
tabiki kimse gibi bende bilmiyorum, bir yazılmış senaryoyu mu oynuyoruz, ya da o senaryoyu bizmi yazıyoruz
ama bildiğim şu ki,
iyi - kötü,
mutlu - mutsuz,
olmak
bizim hayattaki seçimlerimizle ilgili..
unutmamak lazım ki,
en kötü hale düştüğümüz anlarda bile
bunun bir "kader" olmadığını düşünerek ve
yarın doğacak güneşe bir "tebessüm" çakarak
herşeyi yenmeye başlayabiliriz.
herşey ama herşey
bizim elimizde..
bak
ben
gül
düm
bile..


ege

Canımın sıkıldığı, hüzünlendiğim günlerde, İnciraltı'ndan Sahilevlerine vurduğum, gecenin bir saati, soğuk havada kayaların üstüne oturup, dalgaların kayalara çarpmasını izleyerek ve dinleyerek ağladığım geceler gelir bazen aklıma.
Ama neden ağlıyordum, veya neye kafam bozulmuştu, onları hatırlayamıyorum.
Hatırladığım tek şey, o dalganın hafif hafif kayaya çarparak bırakdığı ses ve üzerime yağan su tanecikleri.
Deniz bana hep yakındı galiba.
Bakarak ağlayabileceğim, kulaç atabileceğim, içinde sevgiliyle öpüşüp sevişebileceğim, içine dalıp farklı bir dünyanın kapılarını aralayabileceğim kadar yakın oldu hep.
Belkide onun, kimsede görmediğim bir yakınlığı nedeniyle çok seviyorum denizi, ve "Ege Denizi"'ni..
Ki ismini bile kırık bir hikayeden almıştır.
"Theseus, yunan mitolojisinin büyük kahramanlarından biridir. Babası Aigeus ise Yunan Krallarından biridir.
Theseus, zamanın en büyük canavarını öldürmek için sefere çıkmış ve babası Aigeus'a onu mutlaka öldürüp döneceği sözünü vermişti.
Theseus sözünü tuttu,
Canavarı öldürdü.
Ama krallığa dönerken, Gemisindeki Kara bayrağı indirip Beyaz Bayrağı çekmesi gerekiyordu Zaferle geldiğini müjdelemek için.
Unuttu..
Kara Bayrakla döndü..
Dönerken babası Aigeus, Kara bayrağı görünce oğlunun öldüğünü düşünerek üzüldü ve kendini kayalarla bezenmiş kıyıdan, denize attı.
Oysa Theseus zaferle dönmüştü ve babası onun bu zaferini kutlayamadı.
Aigeus'un kendini denize attığı yer, Ege denizidir.
Ege Denizi, adını da Aigeus dan almıştır..
Yani aslında,
Hani o kıyılarında Rakı Balık içtiğimiz,
İçinde kulaç atıp neşeli zamanlar geçirdiğimiz,
Düşünceli bir halde taşlar fırlatıp hayata sövdüğümüz,
Önünde, plajlarında, kıyılarında resim çektirdiğimiz,
İçinde, sevgilinin ıslak teniyle seviştiğimiz,
Yada ıslak dudaklarına öpücük kondurduğumuz,
Bize hep maviyi,
Umudu aşılayan "Ege Denizi" bile, adını bir acı hikayeden almıştır.
Belki bizi de, daha da güzelleştiren şeyler, acılarımızdır..
Kimbilir.


Triii ciii

30 Temmuz da 3G li hayata başladığımızda hiç te hayatım değişmedi..
Yine ben, aynı ben..
Ne ben değiştim, ne hayatım..
Haa 3g ile alakası olmayan değişiklikler var tabi.. Düşen maskeler v.s v.s.. Ama bunun 3g ile uzaktan yakından alakası yok..
3g ye operatorler 30 temmuzda geçti ama ben bolgeme geç geldiği için bi kaç gün geriden geldim..
Telefonum 3g destekliyor.. Geniş bant internet yani..
Önde kamerası yok..
Zaten birilerini görüp konuşmam gerekirse bunu msn gibi araçlardan yaparım sanırım..
Ki nedir bu görüntülü konuşma merakı anlamadım gitti..
Biz ki, bayram seyranlarda akrabalarımızı bile aramayı bırakmışken, birden herkeste görüşme, üstelik görüntülü görüşme merakı çıkıverdi..
Ahanda şuraya yazıyorum ki, aynı MMS gibi fossslayacak bu görüntülü konuşma durumu..
Üstelik telefonların ön kameraları da vga kameradır.. yani dandik ötesi..
En kral telefonun ön kamerası bile 1 mp değildir..
Bu da görüntülü konuşmanın zaten oyle ayna gibi cam gibi net olmayacağını gösterir ki,
şu an da oyledir..
Ama sabahlara kadar takılan muhabbet meraklılarına birebir.. Onlara şimdiden tavsiye ederim..
İyide yahu, onca operator aylardır reklam yapıyor, hayatımız değişecekti.. derseniz hemen anlatayım hayatımdaki değişikliği..
Şimdi geçen hafta EDGE ile bağlandığımda 0,20 mbit/sn ile bağlanıyordum. Şimdi ise durum 0,64 mbit/sn..
Eee sevgili operaotler, hani ben 20 kat hızlı bağlanacaktım?
Yani bu durumda hani 4.0 mbit/sn olacaktı hızım?
Olmadı..
Kısmet olmadı işte..
Olamadı..
Cepten surf yapıyorsanız edge ile 3g arasında bir fark yok..
İlginçtir ama ben hala ve hala 3g nin bir artısını göremedim..
Şimdi işin diğer yanı..
Peki neden allayıp boyayıp boyle reklamlarla bizi teşvik ediyorlar derseniz..
Hele hele, o 3 buz gibi soğuk kızın yer aldığı işgence reklamlarını boşamı izledik..
Ne yani .. Niye hatta..
Bu işte dönecek para yılda 10 Milyar doları bulacak ta bunun için..
5 milyarı cihaz, kalanı ise operatorlere bolunecek para olacak...
Nasıl rakam ama..
Eh bu rakama bende bunca reklam yapar atar tutardım..
Hali hazırda Edge kullanıp sırf 3g için bin ytl para verecek arkadaşları uyarıyorum..
Etmeyin..
Kıymayın paranıza..
Hem yakında 4g geliyor..
Gerçi Türkiyede 10 yılı bulur ihale mihale derken ama..
O zaman ideal olabilir..
Hımm 4g nedir derseniz..
Kısaca geçeyim..
3g de hız değişkendir..
Mesela burada 1 mb/sn hız alıyorsanız, yüz metre ileride bu yarıya da düşebilir yarı oranda da artabilir.. Özellikle aynı baz istasyonunu kullanan kullanıcı çok olursa 3g eziyete bile dönüşebilir..
Ama 4g stabil hız dır..
Mesela operator 4 mb/sn hız verecek ve nereye giderseniz gidin o hızda bağlanacaksınız..
Lakin şu an 3g de bu mumkun değil..
Yerine göre muamele var şu an için..
Herşeye rağmen, bugünlerde "ben 3g li telefon alacağım" diyenlere de ufak bir ipucu,
UMTS destekli telefonlardan uzak durup, HSPDA ( 7 Mbit destekli) telefonlara yönelmeleri önemle rica olunur..
"Neden" derseniz..
Yok yok.. demezsiniz...

