Aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

eskisinden de beter..





ayağım ne zaman tökezlese,
sevinç çığlıkları yükselir bazı şehirlerden..

oysa ben severim tökezlemeyi,
ondandır tökezleyişim..

ama asla sevmem düşmeyi, düşürülmeyi.
ondan da hiç düşmem zaten...

şehirlerde bir yas olur olur sonra..
kesilir zafer müzikleri,
kesilir sevinç çığlıkları hatta..

bazen düşmüş gibi yaparım onları tanımak için,
onları bana gülerken yakalamak için..
sonra kursaklarında kalır o tüm içten gülüşler.

ben tökezlerim..
ama düşmeyi hiç sevmem..
ondan işte,
hiç düşmem..

ve
ben düşmedikçe;
içimdeki sevgi,
aşk,
şehvet,
umut ve
tebessümler de

çatlarcasına ve çatlatırcasına,
artıyor, çoğalıyor..

eskisinden de beter..

kelimeler..

sustuğumda bile güzeldi kelimeler..

yoksa sesimmiydi onlara anlam veren,
ya da, sesime yaslanan, dudaklarımın arasından mı çıkıyordu kelimeler..

ağlarken,
gülerken,
mutluyken,
hüzünlüyken,
sevişirken,
göz gözeyken,
konuşurken,
küfrederken,
ve hatta
oylece bakışıp sus'arken,
bazende ürpertip baştan çıkaran

dudaklarımdan, sesime yaslanıp çıkan kelimeler..

aslında,
beynim değildi emreden,

yürekten, ses'e, ses'ten dudağa yaslanan ve kulağa fısıldanan kelimeler..

kelimeler..
sahi,

ne de güzeller..

bu havada gidilmez..



bu baharda gidilmez,
yağmurlarda gidilmez,
aslında hiç gidilmez..

güzel bir vesile ile tekrar hatırlanırmı bu güzelim şarkı..
telefonuma bile yeniden melodi yapmışken dün.

aklıma geldi aniden.

geçmişten, sevgilinin,
"bunun için gidilmez" dediği..

veya annemin,
gidilmesi gereken yerlerde çok kar olduğu için,
"bu havada gidilmez" dediği..

veya babamın, yine mızıtacak bir sebep bulduğu günler,
"şimdi gidilmez" dediği..

arkadaşlarımın, havadan, hain bir pusu kokusu aldığı günler,
"tehlikeli şimdi, gidilmez" dediği..

ver heseferinde,
kimseye aldırmadan gittiğim günler geldi aklıma.

öyle ya,
her seferinde,
gitmek,
gitmeye karar vermekten
hep daha kolay olmuştu..

bir de, kafaya koydu mu insan..
öyle bir gidiyor ki..

üstelik,
ben giderken de,

üzerime,
usulca yağmur yağsın istemiştim..

beddua




size, geçen gün kırdığım bir "cd" den bahsetmek istiyorum.

bayram günlerinin sonunda "bodrum"dan yazdığım bir postta(Şu post) adıma, göndereni olmayan ve elden, izmirdeki evime bırakılmış bir zarftan bahsetmiştim.

Ailem farketmiş, pek bir detay olmadığı için zaten açmasalarda, o paketi ne me lazım, ortalıkta tutmamalarını söyledim güvenlik nedeniyle.

öyle ya, hayat ince ayrıntılarda gizlidir.. içinde ne olduğu belli olmayan paketler hep şüphe çekicidir.

gittiğimde elime aldım zarfı.
içinden güzelce kapağıyla kapatılmış bir cd çıktı.

elime aldığımda,
içimde kurtlar, kurtçuklarla dans etmeye başlamıştı..

nasıl yani, yoksa gizli çekilmiş "sex görüntülerim" mi vardı yoksa.
benden pek ali kırca kııvamında bir skandal beklenmez ama, yinede cd yi elime aldığımda tedirgin olmadın değil.

cd yi, pc'me taktığımda bir video ile karşılaşacağımı düşününürken, tek bir "mp3" şarkı eklendiğini gördüm.

hım..

acaba ses skandalmıydı yoksa..
yani gizli sex görüntülerimi çeken ekip, biraz salaktı da, aksilikten sadece "ses"leri mi kayda almışlar diye düşünmeden edemedim gülerek.

neyse uzatmayayım..

cd nin içinden çıkan tek bir şarkı şu an yukarıda çalan ve genelde, ne benim, nede beraber olduğum kadınların "tarz"ını yansıtan bir şarkı değildi.

ama sözleri dinledikçe ipuçlarının orada olduğunu gördüm.

sanma ki sen bensiz huzur bulacaksın,
bir ömür böyle nasıl yaşayacaksın?


yine beddua..
yine yine..

aslına bakarsanız, uzun zamandır yani en azından 2 yıldan beri büyük aşklar yaşamadım.
kimin bunu neden gönderdiğini de bu güne kadar bulamadım.
ustaca hazırlanmış bir plan bu.

yinede, ne kadar "ağlak" görünürsem görüneyim, itiraf etmeliyim ki, geçmişte büyük "aşk"lara imza attığım oldu.
evet bazen kalp kırdıklarım olmadı değil.

büyü yapılmış parfümler hediye edildi, evime bilerek unutulmuş okunmuş "şal"lar bırakıldı.

hatta bitirme kararı aldığım bir kadının 2 kere alkollü olarak evimi de gecenin üçünde bağır çağır ve ailem varken "bastığı" olmuştur..

ama ben,
açıkçası, hayatımda hiç alenen terkedilmedim. ben kuralları hep nizami oynarım. yani bir kadın ne isterse bunu bilir ve buna göre davranırım.
ne ihanet olur, ne de ilgisizlik.

ama işte, bir şekilde biter ilişkiler,
lakin sonrasında ilk günler biraz dişimi sıkarım, bazen raydan çıkarım ama,
huyumdur ki,
asla geriye dönüp bakmam..
aşktan ölsemde asla dönüp bakmıyorum..

o nedenle, ileriki günlerde de, ayaklara kapanmak, yalvarmak, cdler göndermek v.s gibi jestlerde de bulunamıyorum.

aslında bir erkek olarak, hani ayrılıktan sonra, evimin bile apar topar basılması beni mutlu etmişti.
lakin o kadın veya sonradan sevgisini gösteren insanlar, genelde ilgi ve sevgilerini göstermek için hep "geç" kalanlardır.

o cd yi, kimin gönderdiğini bilmiyorum.

oyle ki, bilmek de istemiyorum.


cd yi, yine "batıl" inançlarım olmamasına karşın, eskiden yaşadığım kötü tecrübelere dayanarak zarfıyla beraber imha ettim.


"geç" kalmışlıkların telafisi olmuyor.

herşey, aslında,
"yaşandığı "an"larda güzel"..

o "an"larda verilmeyen değerlerin, "geç" bir vakitte gösterilmesi ise, samimi değil,
ancak ve ancak "eğreti" duruyor.

ve sen gökyüzü..




bugün, geç kalkmışlığın bütün ağırlığı ile taptaze çayımı yudumlarken,

normalde sevmediğim pazar gününden haz aldığımı anladım.
ve üzerimde güne geç başlamışlığın ahmaklığıda yoktu..

bir ara, elimde çay kupası,
gökyüzüne baktım..

o koskaca derya deniz, zifiri karanlık "uzay" bile nasılda "masmavi" çökmüştü İzmir'in üzerine.

herşey olduğundan farklı görünebiliyordu evet.

sonra şunu düşündüm,

ben hiç düşmeseydim, kalkmak nedir öğrenemeyecektim.
ağlamasaydım, gülmeyi bilmeyecektim.
yalanlar soylenmeseydi, doğruyu bulamayacaktım.
uyumasam, uyanmanın tadını alamayacaktım.
hata yapmasam, hatanın ne olduğunu kavrayamayacaktım.
geceyi yaşamasam, o güzel şafak vaktini içimde hissedemeyecektim.
bin kurşunla vurulmasaydım, yaşamanın ne kadar güzel olduğunu anlamayacaktım.

hatta gırgırına,
çarşambayı sel almasa, perşembe de gelmeyecekti.

ve ben bugün,
O aslının "zifiri siyah" olduğunu bile bile,
aldana aldana,
"masmavi" gökyüzünün tadını çıkarttım.

beni üzen, ağlatan, aldatan, yalan soyleyen, inciten insanlara bir müddet "küfür" ettikten sonra
içten içe "teşekkür" edişim,
ondandır..

Sakın beni sevme!




Bu gece geç saatlerde göz göze geldik o güzel kadınla..

Öylesine konuşurken havadan ve sudan,
Yine o hayatındaki karmaşık durumla ilgili birşey kaçırdı ağzından.

Asıldı suratım.
Sustu bildiğim tüm kelimeler.

Düşündüm sonra.

Gözlerine baktım,,
içimden dedim ki,
"Sakın beni sevme!"..

Gözlerime baktı, anladı.
İçinden dedi ki,
"Fark etmeden çok bağlanmışım",
"Ne zaman birşeyler güzel gitse hayatımda,
Sonra birden yıkılıyor
"..

Sustuk..
Ayrıldı yollar.

Sonra ters istikamete giderken ikimiz,
Kulağımızda aynı anda belkide, Yalın'ın o şarkısı vardı.
"Keşke"..

Şu an,
Alkol kokuyor nefesim ve sigara hatta,
Ve hala yalnız yürüyeceğim çok yol var.


"Sakın beni sevme!" demiştim ama,
Sanırım vakit geç'ti,
Ve galiba,
sevmişti.


teninle tanışmak





Teniyle tanışamadığım Aşk'lar olduysa da hayatımda,
Bolca, içinde aşk olmayan ten'le tanıştım galiba..

Oysa,
Teniyle tanışabileceğim,
Dokunabileceğim,
Parmak uçlarımı gezdirebileceğim,
Tenini koklayabileceğim
Aşk'lardaydı gözüm..

Ama çok olmadı..

Aşk'ın ten'ini koklamak,
Toprağa yeni yağmış yağmurun verdiği kokudan ve hazdan,
Çok fazlasıydı elbet..

Ondandır,
Yağmur zamanları içime çektiğim nefesin,
Belirsiz ve yaşanamamış bir "Aşk"ın ten'inin tadında olması..

yağmurlar yağdıkça,

benim dilim, damağım..

hep

tatlanacak.

Bir Erotik yazı..

...
Sonra o Kadın'la göz göze geldik..
Düğümlendi sanki kelimeler..
Parmak uçlarımız, yolunu biliyormuşçasına,
Birbirimizin teninde gezmeye başladı....

....... Bitti..


Bu yazımı,
Tüm yaz boyunca devam eden ve halen süren,
Aşk-ı Memnu dizisindeki minik bir parça için,

-Vay anasını ne seviştiler beee..
-Ufff, porno yaptılar resmen..
-Acaba yine sevişeceklermi..
-Ah bi daha izleyelim yutub'dan..

gibisinden,
anlamsız ve mesnetsiz ifadeler kullanan,
Yaşamamış, sevişmemiş, görmemiş

Güzel yuırdum insanlarına,
Armağan ediyorum..
Sanırım tatminkar gelecektir..



Hadi şimdi dağılın..

Sevdikçe..




sevildikçe güzelsin,
sevdikçe daha da güzel..

Sevildikçe büyür çocuk..
Sevildikçe anlar "sevgi"yi..

Çorak topraklar çiçek açar, toprak sevildikçe..

Sevildikçe, ay bile bir başka görünür, gökyüzü, büyür.

Denizler daha mavi,
Yollar daha bir anlam taşır,
Sevdikçe, Sevildikçe..

Sevdikçe,
Daha da güzel sevişirsin..
Sığmazsın geceye..

Hey sen!
Umutsuz insan..

Umut hep vardır, unutma..
Sevdikçe..!

Sonra,
Bir kıvılçım çakar..
O'da zaten, seni yakar.
Sevdikçe,
ve sevildikçe..

Düşler..



...
Sonra hiç uyanmadan devam etse tatlı düşler..

Mesela düşsem "aşk"a da, bulansam bulanabildiğim kadar..
Lakin, kolpa olmasa, sahte olmasa, maskesi olmasa..
Sevsem ve sevişsem doyasıya..
Nefes nefese..

ve yağmur yağsa...

Sonra, kötülükler şöyle bir temizlense..
Düşse tüm maskeler..

Kalanlar hep iyiler olsa..



Sevdadandır dedi Annem..
Aldırma..!

"Gül"ün ömrü..


Hâlâ o sahil kasabasında..
Yaz bitiren günlerden birindeyim..

Ortalık sakin..
Deniz desen, en güzel, en girilesi halinde..
Güneş hala yakıyor..
Tenim hala yanıyor..

Sonra oturmuş evimde,
Yalnızlığımı demlerken,
Yalnızlığımla "çay" demledikten sonra,

O güzel,
o demini bılmuş,
o cennet tadını veren bir bardak çayı yudumlarken..

Nedense bu şiir geldi aklıma..
Açtım dinledim..

sana
yaralarımdan çiçekler,
ilk yardım geceler biraz da
ve yangında kurtarılması imkansız acılar
bırakıyorum..

seni özümün gizinde saklıyorum..
bütün aşklarımın izlerini sayıklayarak
ve aldatarak tüm sevdiklerimi,

sana
cinayetimin ipuçlarını bırakıyorum...
vasiyeti olmayan ölüler ülkesinden
(türkülerin sırtındaki muamma!)
yazık bir nakarat bırakıyorum sana

"ben sana gülüm demem
gülün ömrü az olur"

öç biter,
biter şarkı,

yaz olur...

Gülün ömründen bahsediyor..
Az diyor..

"Gül" ölünce ne olduğundan bahsetmiyor..

Sonra bakıyorum..
Çayım bitmiş..

Yenisini yudumlamam lazım diyorum..
"Kaydı yayınla" diyorum ve
Çayımı "taze"lemeye gidiyorum..

Mardin sokaklarında..

Mardin'de,
Sana, Türkü çaldım, hiç tanımadığım iki çalgıcı ile..


Türküler..
Hala umut, hala temiz kokuyorlar..

Hırsızın önde gideniyim ben,
Çünkü,
Türkü çaldım be gülüm,
Sen söylersin diye..

Sonra seni aradım Mardin'in dar sokaklarında..
Ey, bin yıllık aşk.. Neredesin?
Nerede kaldın be gülüm?
Gözlerden ırak, gönüllerden ırak, hangi sokakta kayboldun?

O dar sokaklarda yalınayak koştururum ben..
Sen otur-dinlen diye..


Hangi evin terasında sabah ettin,
Söylesene..
Hangi yıldızlara baktın gecenin kör saati..

Gecenin o kör saati, o terasta ve hiç tanımadığım insanların yanında
Ben bakarım yıldızlara gülüm..
Sen rahat uyu diye..


Hangi gözyaşı çağırıyor seni?
Söylesene?
Ağladığın kimdir, hangisidir kalbinin derinliklerinde..

Oysa, ben.. ben doya doya ağlarım gülüm..
Sen, sadece gül diye..


Ey, bin yıllık sevdaların kadını..
Bin yılın sonundasın demek..

Ama dur, benim yüreğim enkaz zaten..
Ben seve seve ölürüm..
Sen bin yıl daha yaşa diye..




Eylül'e isyan gibi..


Güneşte kavruluruz kıraç topraklar gibi
Hazanda savruluruz serseri yapraklar gibi
Yalnızlığı yaşarız geride kalan gibi
Düşer düşer kalkarız her Eylül' e isyan gibi.


Adımlarım yavaşlıyor..
Adımlarım yavaşladıkça gözlerim daha bir seçici oluyor..

Bakıyorum etrafıma..

Kuruyan yapraklar..
Evet evet, kurumaya başlayan ve kendini ağacından, aşağıya atan yaprakların sayısı artmaya başladı..

Ağustos'u uğurluyoruz,
Kuruyan her bir yaprakla beraber..

Eylül..
Ah Eylül..

Dayandın yine kapımıza...
Yine "çirkin bir sarı"ya dönüştereceksin doğayı...

Ah Eylül..
Yağmuru anımsatan sonbahar ayı..
Gerçi artık yağmurun da kalmadı..

Yaz ayının katilisin Eylül..
Doğanın katli, seninle başlıyor..
Dudaklara ise, bir sonbahar şarkısı düşüyor seninle..

Ah Eylül..
Sen bir katilsin..

Yinede, bu sefer heveslenme..
Bak, etrafta sararmış yapraklar birikse de,
Yolun sonu "mavi"ye çıkıyor..

İçimizdeki "Aşk" ateşini "çirkin sarı" yapamayacaksın Eylül..
İçimizdeki güzellikleri sarartamayacaksın...

Biz yine seveceğiz..
Biz yine "mavil"liklere yürüyeceğiz..
Biz yine "Aşık" olacağız..
El ele olacağız..
Doyasıya sevişeceğiz...
Doyasıya yorulacağız..
Doyasıya "mutlu" kalacağız...

Sana,
Eylül'e isyan gibi..

Bir dilek tut..

-----------
Akrisios, bir kahine gidip bir erkek çocuğunun olup olamayacağını sorar. Kahin ona kızı Danae'nin bir erkek çocuğu olacağını ve bu çocuğun onu öldüreceğini söyler.Korkuya kapılan ve kehanetin gerçekleşmesinden korkan Akrisios, yeraltına bronzdan bir oda yaptırarak kızını oraya hapseder. Zeus bronz odanın tavanıdaki bir yarıktan altın damlası şeklinde içeri sızar ve genç kızla birlikte olur.
Bu birleşmeden "Perseus" doğar.

--------------

Bugün 12 Ağustos sevgilim..
Bugün "Perseus"un günü sevgilim..

Binlerce yıldız kayacak sabaha kadar..
Binlerce yıldız kayacak, milyonlarca dilek tutulacak..

Haydi,
Bugün bir dilek tut sevgilim..
Bugün binlerce yıldız kayacak sevgilim..

Bir dilek tut hadi..

İçinde güzellikler olsun,
Çirkinliklere yer kalmasın dileklerinde..

Bir dilek tut sevgilim,
Sabah'lar gibi tertemiz olsun..

Bir dilek tut sevgilim..
Dileklerin "aşk"tan, iyilikten yana olsun..
Kötülük yaklaşmasın..

Bugün 12 Ağustos sevgilim..
Binlerce yıldız kayacak..
Bir dilek tut sevgilim..



-Sonra durdum..
Gökyüzüne baktım az önce..
Binlerce yıldız kayıyordu sevgilim..

Ben binlerce dilek dilemedim..
Bir tane yıldızı kestirdim gözüme..
O yıldız kaydı..
O yıldız kayarken ben ona baktım..
Ben o an bir dilek tuttum sevgilim..

Seni tuttum..
Seni..

Begonvil ve Portakal Ağacı

Çoğunlukla yaptığım gibi yine portakal ağacının altında oturmuş hem bu güzel esintide keyif yapıyor, güzel demli bir çay eşliğinde sigaramı içime çekerek bir yandan da gazete okuyordum..

Bunu hep yapıyorum, hergün belki de..

Ancak bugün daha da bir gözüme ilişti "begonvil"in iyiden iyiye kuruduğu..

Zamanı mı gelmişti yada neydi sebep bilmiyorum ama kuruyor günden güne..

Oysaki sevgimi verdim suyuna karıştırıp..
Ama ne yaparsam yapayım kuruyor..

Hatırlıyorum da,
Mayıs ayının ilk gününden beri buradayım..
Bu begonvilin altında çok vakit geçirdim..

Sevgi sözcükleri, küfürler, üzüntüler ve kahkahalar yaşadım..
Yeri geldi uzun uzun düşüncelere daldım..

Ne güzeldi Bengovil o zaman..
Sevgi dolu, rengarenkti..

Şimdi kurudu..
Artık ne su kabul ediyor ne başka bişey..
Onu kurutan belkide kurtçuklardı veya Begonvilin Kurtçuklara düşkünlüğü..

Bir yandan Begonvile bakıp üzülürken, aynı yerden altında oturduğum Portakal ağacının meyvalarına takıldı gözüm..


Hayata bak..
Biri kururken, biri yeşeriyor..
Hamlaşıyor..

Uzun uzun düşündüm..

Hangisi bendim acaba..
Kuruyan mı, yeşeren mi..

Sonra düşünmeyi bırakıp gülümsedim..

Elbette şu an "yeşeren" bir portakal ağacı kıvamındayım..

Güzelim begonvil'in yaprakları gün ve gün kuruyup, bedenden koptukça, ve rüzgarla sürüklendikçe yerlerde..

Yüne de gülümsürüyorum işte..
Bir "Portakal Ağacı" heyecanıyla..

İzmir'de sevişelim..

Bir kaç gün önce okudum haberi..
İzledim de..
İstanbul çengelköy'de,
Bir sitede oturan karı-koca, Site parkındaki bankta otururlarken, hatta kadın eşinin dizine uzanmışken, yanlarına gelen güvenlik elemanı tarafından durumları "uygunsuz" bulunduğu için önce "uyarılmış" sonra da "tartak"lanmışlar..

Gülsemmi, üzülsemmi anlayamıyorum..

Hislerim karmaşıklaşıyor..

Önce bu özel güvenlik elemanı kılıklı insanların neden "iran islam devrim muhafızı" gibi davrandıklarını anlamaya çalışıyorum.. Mesela boyle bir durumda insanlara "Müdahale" etmek kanunlarımızda, yasalarımızda nerede yer alır diye merak ediyorum..
Bu "Mudahaleci" insanlar bu yüzü nerden bulurlar..

Düşünsenize, evli iki insan, o parkta öpüşse kime ne, sarılsa sevişse kime ne..
Ee, o sitede evleri olan bu insanların o parkta "porno" yapmayacakları da kesin..
Hadi abartayım, "porno" yapıyor olsalar da kime ne..
Bir suçları varsa, birisi gider "şikayetçi" olur, devletin kolluk kuvveti gelir, gözaltına alınırlar, savcıya ifade verirler ve gereği neyse yapılır çok aşırı bir teşhir varsa.. Kimin ne suçu varsa "yasa" çerçevesinde sorarsınız..

Üstelik, memleketin çivisi çıkmış..
Yani heryerde Travestiler sokakta müşteri kuyrukları oluştururken, bir allahın yetkilisi de gidip bunlara mudahale edemiyor..

Ama işte, masum iki aşık çift bulursanız, onlara mudahale etmek kolaydır..
Arkaları yoktur tabi..

Ama ama,
Yani hele ki tartaklamak, darp etmek, küfretmek de nedir....
Hangi hakla, nereden alnınan yasal görevle yapılabilir bu..

Ben ve sevgilimin de sokaklarda, dışarıda sevişmek gibi fantezilerimiz var..
Kesinlikle çoğu insanın olduğu gibi..
Sevişmek fiili, 4 duvarın arasına sıkışmayacak ölçüde önemlidir, güzeldir..

Ama şu an İstanbul'da olan sevgilime şunu soyledim bugün..
"Beni öldürsen İstanbul'da, sokaklarda sevişemeyiz.."
"Biz yine bildiğimiz yerde, İnsanların özgürce sevgilileriyle sokakalarda, bahçelerde, yeşilliklerde birbirlerine sarılabildiği, öpüşebildiği yerde.... yani ancak İZMİR'de yaşayabiliriz bunu" dedim..
O da, tabiki aslen İzmir'li olduğu için, iki kentin farkını çok iyi biliyor.. Benden daha iyi biliyor ve tabiki İstanbul'da değil, İzmir'de sevişeceğiz hep dedi..

Korktuğumuzdanmı İzmir'de sevişmek istiyoruz?
Asla..

Sadece bu beyinsiz özel ahlak zabıtalarından birini oracıkta gebertip, ömrümüm kalanını kodeslerde geçirmek istemediğim için İstanbul sokaklarında sevişmeyeceğim..

Biz..
En iyisi İzmir'de sevişelim..
İzmir'de öpüşelim sevgilim....

Çünkü burada,
Kendi ahlak kurallarını toplumun ahlak kuralı gibi benimsememiş,
Hayata kapkara bakmayan,
Örümcek beyinli olmayan,
Ona buna mudahale ederek insanları rahatsız etmeyen,
Yeşillikler üzerinde birbirine sarılan, öpüşen insanlara "zina" yapıyor gibi bakmayan,

ve en önemlisi,
çağdaş insan kalabilmeyi becermiş
hala çok insan var...

Gel sevgilim..
En iyisi, biz, İZMİR'de sevişelim...

Ajans

Sevgilim sesleniyor...
"Sen ne ironik adamsın.. Ajans dinliyorsun.. Dedem geliyor aklıma.." diyor..
Sonrası Gülüşmeler..

Ajans hadisesi, bilmeyen varsa, bildiğiniz Tv de Haber bülteni, yada radyondan haber dinleme hadisesi..

Vallahi, olayın öncesine döneyim hemen,

Yıllar yıllar once bende herkes gibi çocuktum..

Dedemlere gittiğimizde ki o zamanlar TRT vardı sadece,
Her saat başı haberleri izlerlerdi.
"Ajans başlayacak açalım televizyonu" derlerdi..

Durum tam olarak şöyleydi,
Her saat başı, aynı haber izlenirdi..
Haberlerde aynıydı, sunan kişi de..
Öyle saat 09.00 da ne varsa, akşam 16.00 da da aynı haberler olurdu..

Ama dedemler, sanki her saat, sanki ilk kez izliyormuş gibi izlerlerdi haberleri. pardon ajans'ı..

Çok aklıma takılmıştır bu hadise..
Trt haberleri oyleydi ki, haberler Türkiye'den çok Dünya'dan dı..
Mitterand ile başlar, Yaser Arafat ile biterdi..
80 li yılların ortalarından ve sonundan bahsediyorum elbet, darbe sonrası Türkiye'sinden..

Oysa şimdi haber bültenleri bile ne güzel..
Her saat farklı haberler..
Yeni yeni taze haberler geliyor ekrana..
Olmadı, başka tv kanalına geç ordakini izle..
Seçenek çok..

Ama şu sıralar genelde bir de TRT FM dinlediğim için,
Evet evet,
Her saat başı hala ve yine TRT'de, "Ajans" dinleniyor buralarda..

O'da, bende eski moda insanlarız ya..
Seviyoruz eski moda olmayı..

Radyodan ve Tv den,
"Ajans"lardan haber almaya devam etmek istiyoruz..

Hatta, ben, dedem gibi, dede olduğumda da,
Ajans dinlemeye, izlemeye devam edeceğim sanırım..
Sanırım değil yahu, kesin.. kesin..

Zehirli ok..


....
ve sonra, Zehirli bir ok çıkar yuvasından..
Serseri bir ok..
Saplanıverir bağrınıza..

Ok'u çıkarmaya çalışsan ayrı bir acı,
Bırak kalsın desen daha ayrı..

Bazen bir türkü, şarkı, bazen bir şiir,
Bazen bir alıntı,
Bazen bir düşünce olarak gelir Zehirli ok..

O an öylece kalırsın, çıkaramazsın..
Sağa sola hareket edemezsin..

Sonra bu duygu, sağlığını kaybeden insanlarınkine benzer..
Hani normalde önemsemeyiz, ama sağlığımız bozulunca
"Sağlık gibisi yok" deriz ya..

Yada en basitinden, Elektrik yokluğu da acıdır,
Hele İnternetimiz 5 dk kesilmeye görsün,
Hemen telefona koştururuz, geri gelsin diye..

.....
İşte, geçen gün bende oylesine otururken,
İnsanları izledim..

Plajdaki bikinili kız,
Temizlik yapan temizlik görevlisi,
Oylesine birasını yudumlayan adam,
Bahçesindeki çiçekleri sulayan kadın,

Herkese bakınca,
Bir an şunu düşündüm..
Hatta ben dahil, sen dahil, o dahil..
Bu dünyanın rengine, süsüne fazlasıyla kaptırmıyormuyuz mu kendimizi?
Manevi değerleri hiçe sayıp herşeyi maddi değerlere yüklemiyormuyuz?

Ya Aşklarımız..

İşte bahsi dün geçince o türkünün,
Yyine o ok fırladı yuvasından..
O zehirli ok..
Zaten bir haftadır delirmek üzereydim..
Elektiriği, sağlığı, intenreti gitmiş bir insan halindeydim..

Oyle bir ok'ki,
Çıkarmak istesen acıtır,
Kalsın desen daha beter..

O türkü özetlemiyor mu bugünü aslında,
Üstad Neşet Ertaş'tan gelir gerisi ve sızısı..

cahildim dünyanın rengine kandım
hayale aldandım boşuna yandım
seni ilelebet benimsin sandım

ölürüm sevdiğim zehirim sensin
evvelim sen oldun ahirim sensin

sözüm yok şu benden kırıldığına
gidip başka dala sarıldığıma
gönülüm inanmıyor ayrıldığına

gözyaşım sen oldun kahirim sensin
evvelim sen oldun ahirim sensin

garibim can yıkıp gönül kırmadım
senden ayrı ben bir mekan kurmadım
daha bir gönüle ikrar vermedim

batınım sen oldun zahirim sensin
evvelim sen oldun ahirim sensin

Aşklarımızda elektrik gibi, sağlık gibi değilmi..
Değerini varken anlamayız,
Yokluğu ise cehenneme yanaştırır bizi..

Varken bilmeyiz değerini,
Dünyanın rengine kanarız, süsüne kanarız,
İlelebet bizim kalacak sanırız sevdiğimiz insan..
Dünya işlerine yeniliriz çoğu zaman..

Araya ihanet girer,
Hırs girer,
Para girer,
Girer oğlu girer..

Sonrası ağıt olur, efkar olur..
Kendimizi sahil kenarında dalgaları izlerken, gözlerimiz nemli buluruz,
Kendimizi rakı sofralarında efkar dağıtırken buluruz..
Hatta bazen, yastıklarımıza sarılır, çocuklar gibi ağlarız..
Hıçkıra hıçkıra..

Topu topu kaç defa aşık oluyorz hayatlarımızda..
Kaç kez bayram oluyor gönülde..
Kaç kez..

Neye değer, ne için değer bir hiç uğruna..
Değerlerimizi,
Aşklarımızı,
Manevi dünyamızı kaybetmeye..

Cevap veriyorum..

Hiç bir şey için değmez...

Sevin, sevilin,
Değer verin, değer görün..
Hemde son nefese dek..

En azından ben, renkler, süsler ve dünyada kalacak tüm güzellikler için,
Bir aşk'ı kaybedecek kadar,
Bir sevgiyi kaybedecek kadar bonkör olmadığımı iyi biliyorum..
Bunu her seferinde daha iyi anlıyorum..

Hazineleri, toprakları, herşeyi olan insanlar kalmadı geriye..
İsimleri de kalmadı..
Kalanlar ise,
Tahir ve Zühreler, Leyla ve Mecnunlar, Kerem ile Aslılar,
Nuhanza ile Ninattalar..
Hector ile Helenler..
Ve tüm aşk destanları..

Aşk önemlidir..
Gerisi boş şu dünyada,
Gerisi koca bir toprak altında yatan 80milyar insan..

Benimki senden biraz fazla..


Dün gece..
Plaja atılmış masalar..
Dalgalar,
Güzel, demli çay eşliğinde,
Yıldızlar ve gece..

Ben yalnızlığı çok seviyorum..
Seviyorum ama ne zamandır yalnız kalamaz oldum..
Oturup kendinle yüzleşmek istersin,
Bir türlü olmaz..

Neyse işte, nihayet yapayalnız bir geceydi..

Uç yaşıyorum..

Uç derken,
Bohem bir hayat değil bu..
Alenen, çırılçıplak bir hayat..
Yalanı, dolanı, ihaneti, alçaklığı olmayan bir hayat..
Diyeceksiniz ki,
Yalanı dolanı ihaneti olan adam soylermi..
E vallahi olsa onu bile söylerim..
O nedenle çırılçıplak..

Dedim ya uçlarda yaşıyorum diye..

İşte dün gece, kendimle ilk kez başbaşa kalabildim..
Bir masa, bir sandalye..

Oturdum..
Yıldızları seyrettim..
Yalnızdılar..
Sanırım ortak noktamız bu olsa gerek..

Sonra dalgalar..
Öyle coşkundular ki,
Sesleri çığlık gibi..
Sesleri azgın, sinirli bir aşığın öfkesi gibi..
Üstelik zaman geçtikçe,
Daha da arttı dalgalar..
Daha da azgındılar...

Yıldızlar,
Dalgalar,
Karanlık,
Uzak ışıklar..

Düşündüm bir an..

Düşündüm de,
Aşk'ı ,
Sevdayı',
Acıyı,
Nefreti,
Özlemeyi,
Hissetmeyi,
Düşünmeyi,
Hayal etmeyi,
Kavgayı,
Gülmeyi,
Kıskanmayı,
Kollamayı,
Yas tutmayı,
Çıldırmayı,
Sevişmeyi,
Beklemeyi,
Sadakati,

Bunların hepsini
Uç noktalarda yaşıyorum..
Ve de "adam" gibi..

Uç noktalarda yaşıyorum tüm "duygu" yoğunluklarımı...
Asla utanmıyorum,
Asla gücenmiyorum kendime..
Aksine, günlük çıtır çerez kıvamında yaşanan hayatları ve o hayatları yaşayanları asla ve asla kıskanmıyorum..
Ben halimden,
Ben bu "uç" ve "adam gibi" yaşadığım duygu yoğunluğundan çok da memnunum...

Ve sonra, aklıma o şarkı geldi..

İkimizde aşık,
Bir tek farkla,
Benim ki senden biraz fazla..

Göklerde Kartal..

Sevgili arkadaşım d. nin yaptığı güzel program ile şu manzarada, Kaz Dağlarında kahvaltı yaparken aklıma bir kaç yıl önce burada yaşadığım bir anı geldi.

İzmir'den Çanakkale'ye gitmeliydim.
Mutlaka gitmeliydim.
Ancak çetin kış şartları olduğunu duymuştum bu bolgede yola çıkmadan önce.

O nedenle yanıma 2 araç eskort almıştım ki, ne olur ne olmaz, saplanırsak kar'a felan yardım edilebilsinler diye.

Efenim, İzmir'den Ayvalığa kadar hava güzeldi.
Ama sonrası, hatta Edremit, Akçay'dan sonrası kar, sis, pusu başlamıştı.

Küçükkuyu'ya gelince, Kaz Dağları eteklerinde iyice artan kar yağışı..

Araçlarda Bas-Konuş ile irtibattayız sürekli. Çünkü sis de fena bastırmıştı ve akşam oluyordu.

Zincirler takıldı, bu arada eskortlar direk soyleyemese de, "hani dönelim be hacı" demeye getiriyorlardı lafı.
Ama dönermi bu inatçı keçi..

Yol bitene kadar devam, Çanakkale'ye ulaşmamız lazım diyorum.
Gören de sanacak ki, yıl 1915 sanki de, bizde 19. Tümen'e, Mustafa Kemal'e erzak, muhimmat felan götürüyoruz..

En tepeye zar zor varabildik dağ'da..
Ayvacıktayız ve göz gözü görmüyor..
Gece saat 23.00 oldu çıkana kadar.

Jandarma çevirmiş yolu.
Yol tamamen kapalı diyor, gidemezsiniz diyor.
"Gitmem lazım", "Bırak be Hacı gidelim" diyorum..
Banamısın demiyor..
Gidemedik tabi..

Kaldık Ayvacık'ta..
Çünkü İzmir'e dönüş yoluda kapandı.. Dağın üstünde kaldık..
Bizden başka insan evladı da yok..

Ayvacıkta bir kahveye oturup plan yaptık.
Asssos'a inip orada vakit geçirmeye karar verdim.

Köylüler, hayatta inemessiniz kardan dediler..

Dedim ki, Çanakkale yolunda bişey olacağına, varsın Assos'ta olsun dedim, bir otel'e telefon ettim Assos'da, dedim odaları hazırlayın, geliyoruz..

O kar, kış kıyamette, araçlarla "kaya kaya" uçurum kenarlarında, Assos'a inmiştik.

Hemen odalara yerleştik.
O yol, o önemli yol 3 gün kapalı kaldı.

Ve Tanrı, insana, hep Assos gibi harika bir yerde rehin veya mahsur kalmayı nasip etsin..

Aslında biz, çok güzel vakit geçirdik ve inanırmısınız, ne İzmir, ne Çanakkale yolunun açılmasını hiç ama hiç istememiştim.
Hani keşke o yollar hiç açılmasa da, bu hep ve çok sevdiğim Assos'ta kalabilseydim demiştim içimden.

Hep söylerim..
Kaz Dağları, benim dağlarımdır..
Zeus'un dağları..
Bu dağlar çok olaya tanıklık etmiştir.

Şimdi bu dağları "altın" aramak için delik deşik ediyorlar..
Tıpkı yüreğim gibi kaz dağları..
Delik Deşik..
Evet evet bu dağları, Kahpece delik deşik ettiler..

Ancak,
Ben buradayken, bu dağlardayken,
Ne güvercine, ne turnaya benzerim..

Ben bu dağda olmadığım zaman da güvercine ve turnaya benzemem..

Onurlu, gururlu, başeğmeyen, yalvarmayan, belki yalnız ama,
Göklerde "Kartal" gibiyim..