eskisinden de beter..





ayağım ne zaman tökezlese,
sevinç çığlıkları yükselir bazı şehirlerden..

oysa ben severim tökezlemeyi,
ondandır tökezleyişim..

ama asla sevmem düşmeyi, düşürülmeyi.
ondan da hiç düşmem zaten...

şehirlerde bir yas olur olur sonra..
kesilir zafer müzikleri,
kesilir sevinç çığlıkları hatta..

bazen düşmüş gibi yaparım onları tanımak için,
onları bana gülerken yakalamak için..
sonra kursaklarında kalır o tüm içten gülüşler.

ben tökezlerim..
ama düşmeyi hiç sevmem..
ondan işte,
hiç düşmem..

ve
ben düşmedikçe;
içimdeki sevgi,
aşk,
şehvet,
umut ve
tebessümler de

çatlarcasına ve çatlatırcasına,
artıyor, çoğalıyor..

eskisinden de beter..

sahibinden satılık..

sahibinden,
ikinci el ve
aynı anda,
kullanılmamış
hatta sıfır,
temiz bakılmış,
yine de paketi bile açılmamış,


hüzünlerim,
acılarım,
iç çekişlerim,
keşke'lerim
gözyaşlarım,
karamsarlıklarım,
aldatılmışlıklarım,
ve
aldanmışlıklarım

var benim.

satamadım gitti..

atsam keşke,
göndersem de gitse..

gitti gidiyor,
sahibinden,
hepsi burada
ve hepsi bir arada hatta..

keşke biri alsa da,
alanın elinde kalsa..

üstelik, kargo'da bedava.

kelimeler..

sustuğumda bile güzeldi kelimeler..

yoksa sesimmiydi onlara anlam veren,
ya da, sesime yaslanan, dudaklarımın arasından mı çıkıyordu kelimeler..

ağlarken,
gülerken,
mutluyken,
hüzünlüyken,
sevişirken,
göz gözeyken,
konuşurken,
küfrederken,
ve hatta
oylece bakışıp sus'arken,
bazende ürpertip baştan çıkaran

dudaklarımdan, sesime yaslanıp çıkan kelimeler..

aslında,
beynim değildi emreden,

yürekten, ses'e, ses'ten dudağa yaslanan ve kulağa fısıldanan kelimeler..

kelimeler..
sahi,

ne de güzeller..

bu havada gidilmez..



bu baharda gidilmez,
yağmurlarda gidilmez,
aslında hiç gidilmez..

güzel bir vesile ile tekrar hatırlanırmı bu güzelim şarkı..
telefonuma bile yeniden melodi yapmışken dün.

aklıma geldi aniden.

geçmişten, sevgilinin,
"bunun için gidilmez" dediği..

veya annemin,
gidilmesi gereken yerlerde çok kar olduğu için,
"bu havada gidilmez" dediği..

veya babamın, yine mızıtacak bir sebep bulduğu günler,
"şimdi gidilmez" dediği..

arkadaşlarımın, havadan, hain bir pusu kokusu aldığı günler,
"tehlikeli şimdi, gidilmez" dediği..

ver heseferinde,
kimseye aldırmadan gittiğim günler geldi aklıma.

öyle ya,
her seferinde,
gitmek,
gitmeye karar vermekten
hep daha kolay olmuştu..

bir de, kafaya koydu mu insan..
öyle bir gidiyor ki..

üstelik,
ben giderken de,

üzerime,
usulca yağmur yağsın istemiştim..

duvardaki forma

her yediğimiz golden sonra
ve tabiki maçtan sonra
telefonumla, e-mail ile, facebook'ta
v.s v.s

taciz edilsem de..
varsın, tüm hafta taciz edilecek olsam da,

ey, duvarda asılı formam ve gönlümdeki sarı-kırmızı sevda.

senden vazgeçermiyim?

sahi, biz seni, iyi ve kötü günde sevmeye and içmedik mi?
üstelik,
tökezlesek de her seferinde "o sahada"


"aşk"a ihanet etmek,
somurtmak ve ağlamak

bize yakışmaz ki.


bozar mı sandın
acılar?

beddua




size, geçen gün kırdığım bir "cd" den bahsetmek istiyorum.

bayram günlerinin sonunda "bodrum"dan yazdığım bir postta(Şu post) adıma, göndereni olmayan ve elden, izmirdeki evime bırakılmış bir zarftan bahsetmiştim.

Ailem farketmiş, pek bir detay olmadığı için zaten açmasalarda, o paketi ne me lazım, ortalıkta tutmamalarını söyledim güvenlik nedeniyle.

öyle ya, hayat ince ayrıntılarda gizlidir.. içinde ne olduğu belli olmayan paketler hep şüphe çekicidir.

gittiğimde elime aldım zarfı.
içinden güzelce kapağıyla kapatılmış bir cd çıktı.

elime aldığımda,
içimde kurtlar, kurtçuklarla dans etmeye başlamıştı..

nasıl yani, yoksa gizli çekilmiş "sex görüntülerim" mi vardı yoksa.
benden pek ali kırca kııvamında bir skandal beklenmez ama, yinede cd yi elime aldığımda tedirgin olmadın değil.

cd yi, pc'me taktığımda bir video ile karşılaşacağımı düşününürken, tek bir "mp3" şarkı eklendiğini gördüm.

hım..

acaba ses skandalmıydı yoksa..
yani gizli sex görüntülerimi çeken ekip, biraz salaktı da, aksilikten sadece "ses"leri mi kayda almışlar diye düşünmeden edemedim gülerek.

neyse uzatmayayım..

cd nin içinden çıkan tek bir şarkı şu an yukarıda çalan ve genelde, ne benim, nede beraber olduğum kadınların "tarz"ını yansıtan bir şarkı değildi.

ama sözleri dinledikçe ipuçlarının orada olduğunu gördüm.

sanma ki sen bensiz huzur bulacaksın,
bir ömür böyle nasıl yaşayacaksın?


yine beddua..
yine yine..

aslına bakarsanız, uzun zamandır yani en azından 2 yıldan beri büyük aşklar yaşamadım.
kimin bunu neden gönderdiğini de bu güne kadar bulamadım.
ustaca hazırlanmış bir plan bu.

yinede, ne kadar "ağlak" görünürsem görüneyim, itiraf etmeliyim ki, geçmişte büyük "aşk"lara imza attığım oldu.
evet bazen kalp kırdıklarım olmadı değil.

büyü yapılmış parfümler hediye edildi, evime bilerek unutulmuş okunmuş "şal"lar bırakıldı.

hatta bitirme kararı aldığım bir kadının 2 kere alkollü olarak evimi de gecenin üçünde bağır çağır ve ailem varken "bastığı" olmuştur..

ama ben,
açıkçası, hayatımda hiç alenen terkedilmedim. ben kuralları hep nizami oynarım. yani bir kadın ne isterse bunu bilir ve buna göre davranırım.
ne ihanet olur, ne de ilgisizlik.

ama işte, bir şekilde biter ilişkiler,
lakin sonrasında ilk günler biraz dişimi sıkarım, bazen raydan çıkarım ama,
huyumdur ki,
asla geriye dönüp bakmam..
aşktan ölsemde asla dönüp bakmıyorum..

o nedenle, ileriki günlerde de, ayaklara kapanmak, yalvarmak, cdler göndermek v.s gibi jestlerde de bulunamıyorum.

aslında bir erkek olarak, hani ayrılıktan sonra, evimin bile apar topar basılması beni mutlu etmişti.
lakin o kadın veya sonradan sevgisini gösteren insanlar, genelde ilgi ve sevgilerini göstermek için hep "geç" kalanlardır.

o cd yi, kimin gönderdiğini bilmiyorum.

oyle ki, bilmek de istemiyorum.


cd yi, yine "batıl" inançlarım olmamasına karşın, eskiden yaşadığım kötü tecrübelere dayanarak zarfıyla beraber imha ettim.


"geç" kalmışlıkların telafisi olmuyor.

herşey, aslında,
"yaşandığı "an"larda güzel"..

o "an"larda verilmeyen değerlerin, "geç" bir vakitte gösterilmesi ise, samimi değil,
ancak ve ancak "eğreti" duruyor.

size bıraktım cümleleri

size bıraktım,
en şık,
en alımlı,
en cezbedici,
en etkileyici

aşk sözcüklerinden kurulmuş güzel cümleleri.


ve kalsın
o, cicili bicili, farklı "yazar"lardan yapılan,
ve sadece yaşayanın yazdığı "alıntı"lar.



ben sadece,
dokunarak,
bakışarak
ve susarak

sevmek isterdim.

zaten hangi şık cümle,
ve hangi yazarın, şairin kendine yazdıklarından yapılmış bir alıntı,

aşk'ı anlatabilir ki?

küfür

ey hayat..

sana bazen, öyle güzel küfür etmek istiyorum ki,


sonra bakıyorum ki edeceğim en ağır küfürler bile masum kalıyor..


kahretsin,
yine gülüyorum..

ve sen hayat..
güldüğüme bakıpta aldanma,

ben o en afili küfürleri hep senin için cebimde taşıyorum..

stabil

hayat mı "stabil", ben mi hızlıyım.
yoksa ben mi "stabil", hayat mı hızlı.

birşeyler duruyor, bişeyler hızlı.
nedenini bilemedim.
hangisi hangisidir,

anlamadım gitti.


bir de üzerimdeki gereksiz bir "statik elektrik".
bir kaçağı olsada atabilsem.

atamadım gitti.

uçan ben olsam..

az once yuruyerek cıkarken yuruyen merdıvenlerı,

Gelen yolculardan bırı tanıdıktı..
Selamlastık ve "hayırdır nereye ucuyorsun" dedı..

ah dedım ıcımden,
Keske ucan ben olsam.. Ucabılsem keske..
Ama kanatlarım yok.
Sahı o zaman ne ıse yarardı kı aırportlar..

Neden burada olunurdu kı..

aslında, sımdı sahı kendım ucabılsem,

ucup gıtmek ıstedıgım oyle guzel yerler var kı..

Ucabılsem,
Hıc konmazdım bıle..

Neyse,
Ne demısler, halamın bıyıgı olsa amcam olurdu..

Welcome on board..

Nokia E'series ile gönderilmistir.

dua




uzaklar seninse,
bütün yollar benimdir..

hayatımın her döneminde,
kendim de dahil,

inanan, inanmayan herkesi, en zorlu anlarda,
en çıkmazlarda,
"dua" ederken gördüm.

elbette "arapça" değildi bir çoğumuzun duaları ve bir ezbere dayanmıyordu.

sadece içimizden geldiği gibi konuştuk, sessizce..

tanrı bize güç ver!
bize mutluluk ver!
bize acı verme!

benim dualarıma ne para girdi, ne şan nede şöhret.

biz hep "dua" ettik, inanan veya inanmayan herkes gibi..

"dua" ettik,
küçük ve masum dualar.
ama "tanrı" bizi genelde,
pek duymadı.

biz imtihan edilen insanlardık belkide,
ve elbette "dua" ile olmayacaktı,

oysa en çok da,
parmak uçlarımla teninde nehir gibi akabileceğim,
sadece bakışarak konuşabileceğim,
susarak sevebileceğim,
dizimde saçlarını okşayabileceğim
bir insan dilemiştim.

neyse,
geçtim artık kendimi de,
artık tüm dualarım
"insanlar" için..

kyndos, küller ve ben..




ben,
sen..
hepimiz..

hangimiz masumuz?

ve sen gökyüzü..




bugün, geç kalkmışlığın bütün ağırlığı ile taptaze çayımı yudumlarken,

normalde sevmediğim pazar gününden haz aldığımı anladım.
ve üzerimde güne geç başlamışlığın ahmaklığıda yoktu..

bir ara, elimde çay kupası,
gökyüzüne baktım..

o koskaca derya deniz, zifiri karanlık "uzay" bile nasılda "masmavi" çökmüştü İzmir'in üzerine.

herşey olduğundan farklı görünebiliyordu evet.

sonra şunu düşündüm,

ben hiç düşmeseydim, kalkmak nedir öğrenemeyecektim.
ağlamasaydım, gülmeyi bilmeyecektim.
yalanlar soylenmeseydi, doğruyu bulamayacaktım.
uyumasam, uyanmanın tadını alamayacaktım.
hata yapmasam, hatanın ne olduğunu kavrayamayacaktım.
geceyi yaşamasam, o güzel şafak vaktini içimde hissedemeyecektim.
bin kurşunla vurulmasaydım, yaşamanın ne kadar güzel olduğunu anlamayacaktım.

hatta gırgırına,
çarşambayı sel almasa, perşembe de gelmeyecekti.

ve ben bugün,
O aslının "zifiri siyah" olduğunu bile bile,
aldana aldana,
"masmavi" gökyüzünün tadını çıkarttım.

beni üzen, ağlatan, aldatan, yalan soyleyen, inciten insanlara bir müddet "küfür" ettikten sonra
içten içe "teşekkür" edişim,
ondandır..

yazısız












zzzZZzzZZZZZzz...

yağdı..

ve yağdı..

ben şu an, şimdi,
karışırken karmaşık bir gece'ye.

sırılsıklam bir yağmur'da parlatıyorum,

tüm huysuz
umutlarımı,
ve
iflah olmaz
sancılarımı,

hatta

ayakkabılarımı.

yağdı, yağacak..



sadece yağmur,
sensizlik
ve
iç çekişler..

karardı heryer..
ha yağdı, ha yağacak..

yağmaya başladığında çıkacağım.

hiç bir şey almadan üstüme,
oylece ve sırılsıklam
ıslanacağım.

herkes kaçarken bir yerlere,

ben öylece duracağım..
kollarımı açacağım..
gözlerimi kapatacağım..

biliyorum kimse gelip sarılmayacak,
hatta o sırılsıklam yağmurda öpüşmeyeceğiz tutkuyla
ama,

ben yinede tebessüm edip,
salağı oynayacağım..
öyleymiş gibi yapacağım.

öylece ve
sırılsıklam,

ıslanacağım..

çayımsı



nerede ve ne zaman içildiği önemli olmayan
"sabah çayı" tadındayım..

demli,
sıcacık
ve
tap-taze..

tam da hava,
gözleri yatırıp ıraklara,
sigara yakılası
bir zamanda.


sigaramın dumanına,
saramam ki seni..

çünkü gittiğim yollardan
dönüş yok geri..

yinede tadım
demli bir "aşk" gibi.

biraz da şekerli.

sahi,
içsene beni.

ıska

belkide uzaktan ve yalnız uçuşumdandır,
mutluluğu her seferinde ıskalamamın nedeni.

bulutlarla da mutluyum aslında,
sarmaş dolaş ve
sarıla sarıla..

yine de bazen,
kırlangıç olasım var,

üşüdüğümde,
sıcak bir evin
küçük bir penceresinde..

Sandık ve oylar vesaire falan..

Günaydın ve herkese güzel bir gün dileklerimle..

Ablamın, almak istedikleri köpeğe dair günlerce başımın etini yemesi ve tercihimi söylesemde ısrarla "acaba şu mu olsa" diye kararsız bir tavır sergilemesi neticesinde bloguma anket koyacak noktaya kadar geldim.

Kendisi bloğumdan habersiz ama, ben bu elimizde kalan 3 seçeneği bir yerde oylayacağımı belirttim.

Siz olsanız, hangi yavruyu seçerdiniz?

Okuyan, gezen, gören, seçen, beğenen herkesin oylamaya katılmasını rica edeceğim,
Hadi, bitsin şu çile:)

Saygılarımla, arz ederim.


Not: Anket yan tarafta olup, yavrular ise aşağıdadır..
Not2: İşaretleyip VOTE demeniz yeterlidir.
Not3: Yorumlara da açık bir posttur.
Not4: Boyle bir not bulunmamaktadır.












o kapıyı ben kırarım..!

Hay bin kunduz!..
Ne enteresan bir gün..
Al sana az önce yaşadığım bir olay daha..
Sıcağı sıcağına, şu an çayım ve sigaramla oturup paylaşayım istedim..


Önce "kış geliyor" tadında bir serinlik vardı dışarıda.
Buna çok sevindim işte..
Seviyorum kardeşim soğuk geceleri, günleri.. Ne yapayım..

Zaten güne geç başlamışlığın verdiği anlamsızlık ile dışarı kahve içmeye çıktım.
Kısa süren kahve muhabbetinden sonra, eve dönüyordum.

Binaya girdiğimde ortamda enteresan bir hava vardı.. Boyle bir kalabalık var binada, tüm komşular binada ve herkes "tıp" oynuyor. ve kulaklarıyla bişey dinlemeye çalışıyorlar.

Ne oluyor kem küm derken,
o sesi duydum..

20 yaşladında bir kız, avaz avaz bağırıyor..
"dayanamıyorum.." diye..

Biraz hızlı adımlarla hemen yukarı çıktım ve sesin yerini tespit ettim.
Bildiğim kadarıyla üniversite öğrencileri vardı orada..

Şimdi tamam kız "dayanamıyorum" diye bağırıyor ve inliyor ama,
Kapıyı çalsam acaba ne olurdu..
Belkide sevişiyordu ve dayanamadığı buydu diye düşünürken..

Yok yok kesin bir "sızı" var bu seste diyerek zile bastım..
En fazla tüpçüyüm felan derdim sevişiyorlardıysa..
Şık bir tüpçü tabi:)

Neyse efenim, yok.. kapı açılmadı, ses arttı..
Hemen görev dağılımı yaptım, çok konuşan bir komşu kadına, hemen ambulansı aramasını soyledim, bir diğerine de polisi..

Onlar halleder diye düşünürken,
Ses artık çığlık oldu ve bir an tutamadım kendimi..

Bir an kendimi kaybettim ve o kapıyı kırmak için hızla çarptım.
Olmadı..
Hatta kartın boşluğumdan darbe aldım..
Şu an hâlâ sızlıyor.

İkinci denemede başardım..
Kırmıştım!

Tamam şimdi daha zor bir görev, bu kız nerede?..

Bir iki odayı gezdim sonra ne göreyim kız, ağlamaktan patlamış gözlerle gözlerime bakıp "dayanamıyorum".. diye bağırdı..
ve açık balkon kapısına doğru yonelmeye hazırlandığını farkettim.

Ve bunu yaptıda..
Hale bak..
Belkide hiç bişey olmayacaktı ama ben içeri daldım diye acaba benim yüzümden atlasa, kimbilir kendimi ne kötü hissederdim..

Ama, dur bir dakika.. Kolaymı oyle, karşısında hiç yabana atılmayacak olan ben varım bi kere.

Kızın üstüne nasıl atladığımı bilmiyorum ama, bildiğim o ki, balkondan atlasa daha iyiydi..
Hemen sarıldım..
Başını göğsüme yaslayınca biraz ama biraz rahatladığını farkettim.

Çok tuhaf bişey,
Sakinleştiğini hissediyordum ve saçlarını, yüzünü okşarayarak, onun hala süren ama cılızlaşan "dayanamıyorum" serzenişlerine "dayanacaksın" "geçecek" bitti bak geçti" türünden seslenişlerle karşılık veriyordum.

Bu arada, takdir ettim ki, polis ve ambulans aynı anda hızla geldiler.

Evin içi birden kalabalıklaştı..
Hemen ambulansla gelen kadın doktora kızı teslim ettim,
Komşu kadınlar felan falan derken,
"kız"dan işler olduğu için olayı işte polis arkadaşlarıma da anlatarak aşşağıya indim..
Dışarıda bir sigara yaktım..
Baktım ki binanın önünde ambulans ve polis tepe ışıklarıyla geceye bir güzellik katmış..
Her yer mavi..
Özlemişim bunu..
Birde kalabalık insan topluluğu..
Hepsinin dilinde aynı soru.. "ne olmuş?"

İçimden güldüm, bilmiyorum dedim soranlara..
"Ben yabancıyım" dedim..
Evet gerçekten yabancıyım hayatınıza..

Hayatımızda ne kadar çok "ne olmuş?"çular var düşünsenize..
O kız ben gitmeden yarım saat önce başlamış bağırmaya..
Ama insanlar, birbirine "ne olmuş" diye sormaktan ne ambulans çağırmış nede polis..
Belki de, o süre içinde olan olacak ve hayatına son verecekti "ne olmuş?" sözleri altında..

Olayın komik anı da, ambulans ayrılırken yaşandı..

Ambulans giderken kadın doktor, yukarıda da göz göze geldiğimiz için tanıdı beni ve "şimdi iyi", "sakinleştirici vurduk" dedi. Arkadaşlarıda gelmiş, merak edilecek bişey yoktu. dedi..

Tam dönüp giderken de dedi ki,
"O dayanamıyorsa, ohooo ben nelere dayanıyorum bi bilsen"

Güldürdü beni..

Neyse, hep boyleydim zaten,
"ne olmuş?" diye sormayı sevmem..
Onlar sora dursunlar,
Onlar bakadursunlar,

ben, o kapıyı kırarım!




Not: Bana "Joker" diyen utansın..

yüksek ve aşrı



Daha çocukken ben, pek meraklıydı bizimkiler,
Yani annem felan, boyle yakınların düğünleri sık olunca, düğün öncesi kına gecesi hadiseleri olurdu.

Aklıma şöyle bir durum çökmüş, etkisinden hala kurtulamıyorum.

O neşe ve keyif için oynayan, gülen, boyle abiye kıyafetli, bol bilezikli kadınlar,
"Yuksek Yuksek tepel......"
Diye bir şarkı başlayınca,
Hobbaaaa, hep birden herkes başlıyor ağlamaya..
Hemde ne ağlama..

Daha ufacıktım ama, hadi ayıp olmasın o guruha diye, çok gözyaşı dökmüşlüşüm vardır.

İyide, ne oldu size, ne güzel oynuyordunuz.
Bizde aklımız bile ermeden, yaşıtımız 8-10 yaşında minik ve cici elbiseler giydirilmiş kızlarla kesişiyorduk.
Sevmek, öpüşmek, sevişmek nedir, daha bilmeden.


İşte o an, o şarkı bitene dek, düğün evi olur, cenaze evi.
Hele o gelin..
O ne ağlamak..
Görende, babası 500 altın başlığa ağanın oğluna zorla veriyor sanar..

"Hem giderim, hemde ağlarım arkadaş" edası var tabi yüzünde...


Neyse,
İşin şakası bir yana,
İşim gereği çok seyahat ettim, Ege, Akdeniz, Güneydoğu Anadolu..
Ben boylesi yerel düğün merakım nedeniyle çok düğün gördüm.
Hatta açıkçası, hiç bilmediğim yerlerden gece geçerken bile, hiç tanımdığım insanların düğününü izleyip, oratama karışıp, üstüne birde kuyruğa girip para takmışlığım bile vardır damada.

Zira, şimdi tanımıyoruz etmiyoruz, oyle geline meline para takıp "kim lan bu bana dokunan adam" kıvamında olmak istemedim.


Yüksek yüksek tepeler..

Bu şarkı nedense, fena ağlatır insanı.
Hemen hemen tüm bölgelerde kullanılır insanları bağır çağır ağlatmak için..

Oysa ben dinlediğimde şöyle bir hava esiyor bende beyinde..

Misal damat benim,
Gelin, yani kadınımla o köyün, tam ortalık meydanında kurulmuş eğlenti arenasında,
Karşılıklı geçiyoruz..
Şöyle kollarımı kaldırıyorum "efe"ler gibi.
Boyle bende bir harmandalı havası..

Ağır adamız nede olsa..
Yok tabi oyle kıvırmak.. Ne sandınız?

Kadın desen, işte hafif hafif, edalı işveli süzülesi kıvamda, ama kıvırtmadan oynasa..
Tüm oynayış hadisesinde, damat ile gelin,
Yani ben ve kadınım göz göze kalsak.
Oyle aşkla baksak..
Oyle masal gibi olsak..
Patlasa gökyüzüne silahlar..

Ne, oradaki insanlar umurumuzda olsun, ne köy meydanında ortalıkta gezip yaramazlık yapan küçük çocuklar..

Vay be..
Ne sahne..

Gözlerim yaşardı iyi mi..

Ne zaman boyle düşünsem, acilen evlenesim geliyor,
Ama çokkk önemli birşey, hep eksik kalıyor..

Uzun lafın kısası..
Ey analar babalar,

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar haklısınız da,
Sizde her önünüze gelene iyi kalpli, cici, akıllı kızlarınızı vermeyin allah aşkına..

Bize de kalsın..



Sahi,
Uçan da kuşlara malum olsun..
Ben "kendimi" özledim..

gülümse




Bende en az sizin kadar kandırıldım çocukluğumda masallarla.
En az sizin kadar umut ettim,
Sizin kadar mutluydum,
Sizin kadar ağladım belki en az..

Sizin kadar aşık oldum,
Seviştim hatta doymadan,
Şehvetle ve futursuzca...

Sizin kadar aldattım belkide.
Aldatılıdım da hatta..
Sizin kadar kötü oldum bazen.
Bazen çirkin ve bazen de güzel..

Kimi zaman ben şehre küstüm,
Kimin de, şehir bana..

Bazen çok sevdim insanları,
Bazen de sevgim kadar büyük, nefret ettim.
Hatta, benden de ağır küfürler ettim.

Oysa eskiden,
Sazlarım, ırmaklarım,
Çakıl taşlarım vardı benim..
Ama namussuzca çaldılar.
Yaktılar,
Yıktılar,
Kuruttular..

Sonra,
Şehre bir film gelecekti,
gelmedi.

Bir güzel orman olacaktı yazılarda,
olmadı.

İklim değişecekti, akdeniz olacaktı,
olmadı.


Ben yine de, herşeye rağmen
Dudağımın kenarında bir kıvrımla,
Gülümsüyorum hayata.


Herşeye rağmen..
Korkma,

Sen de gülümse.

mim - x

peri arakdaşımız mimlemiş.
Aslında mim yazma işini bırakmıştım lakin kimseye göndermeden usulca yazayım bari son kez.

...Blog'una neden bu adı verdin?

Hayattaki tüm boşlukların, çıkmazların bir diğer adıdır "khaos". Belki de çıkmazları aşmak için öncelikle nerede olduğumuzu kabul etmemiz ve teşhis etmemiz gerekiyor.
Bilmem, belkide saçma bir açıklama oldu..

...Blog yazarken star tribiyle istediğin, olmazsa olmaz dediğin şeyler var mı?

Bira ve cips ikilisini seviyorum. Bazen şarap, ama özellikle kış ayında, iyi demlenmiş çay ve sigara en güzeli.(Uyarı: Sigara Öldürür, vallaha..)


...En son satın aldığın garip şey?

İşlemci fanı :O


...Şeker gibi olduğun anlar?

Gece 00.00 dan sonra, bir sonraki gece 00.00 a kadar.


...Arkadaşım artık sormayın şunları dediğin şeyler?

Böyle, rahat bir mizaç, uzun tatiller, kafana göre bir yaşam, sürdüğüm için en çok da işimi soran oluyor. O nedenle yazın özellikle o çok sevdiğim t-shirti giyiyorum ve boylece kimse sormuyor. Ne mi yazıyor? "Porn Director".
Merak, kediyi öldürür..


...Seksin sendeki rengi?

Sex deyince Kırmızı-gri renkleri geliyor aklıma. Ama siyah olsun içindekiler:)

...Aynaya bakınca gördüğün?

Hala Umut olduğunu görüyorum kendi gözlerimde.

...Kendini okutan blog dediğin?

Hiç ayrım yapmıyorum, Yemek Tariflerinden, Style bloglarına kadar okuyorum fırsat buldukça. Tabi aşk-hayat-gerçekler üçgeni daha da çekici.

...Bu blog sahibi/sahibesiyle karşılaşabileceğin yerler?

O sizi bulur, merak etmeyin.

kırmızı - mavi

Kadın, iki elinde tuttuğu
İki hapı gösteriyor.

Birini seçmemi istiyor.

Ben ise,
Seçimsizliği seçiyorum,
O mecburiyetsizliğin tadına varıyorum.
Velev ki sadece ellerini seçiyorum.

Haydi dayasana namluyu başıma,
Bakalım herhangi birini seçtirebilecekmisin.
Beni böyle ikna edebilecekmisin.

Saçmalama!ca

* Bir çok insan şiir yazdığımı düşünüyor. Halbuki hayatımda hiç bir zaman şiir yazmadım, hikaye de, öykü de. Ne hissedip yaşıyorsam onu yazıyorum Ama yanyana uzun ve paragrafsız yazılar yazmayı sevmediğim için, kısa ve alt alta yazıyorum. Belki ondandır şiir sanılası yazılar.

* 5-6 yıl önce izlediğim videoların, Facebook ta "yeniymiş" gibi sürekli beğenilip paylaşılması bana tuhaf gelmeye başladı.

* Artık Facebook sebebim olan FarmVille sayesinde ogrendim ki, bendeki sabırla çifçi felan olmazmış.

* Alfabeye Q,W,X harflerinin konulmasına karşı olmadığımı farkettim. Çünkü zaten sürekli bu harfleri kullanmıyormuyuz?

* İnci adındaki arkadaşım, her gün burcum nedeniyle bana sms gönderiyor. Bu hafta şunu yapma, bugün bunu yap, bu gün böyle olacakmış falan diye.. Hadi bunlara alıştım da arada gelen cinsel durumumla ilgili astroljik tahminlere ne demeli, bu iş yıldızlara kaldıysa, vay halimize.. İlahi İnci..

* Ergün Babahan ın köşe yazısında "yazıcam" diye bir kelime geçti. Hukuk Fakültesi mezunu, İzmir'li, daha önce Koskoca Sabah Gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmış birisine yakıştıramadım boylesi kelimeler. "Yazacağım" olmalıydı..

* Geçen gün, babama yeni mobil cihaz aldık Turkcell İletişim Merkezinden. İphone 3gs geldimi diye sorunca üstüme doğru 1.95 boylu bir hatun yönlendirdiler ve telefon numaramı aldı gelince haber vermek için. O an, boy farkı nedeniyle kendimi çok ezik hissettim, hatta numaramı unutacak kadar. Sahi, neden 1.95 dedim ki, ölçmüş gibi..:)

* İzmir'li biri olarak anladım ki, İstanbul, benim hayatımın dönüşüm şehri olacak.

* Geneli Üniversite öğrencilerinin oluşturduğu eğlence yerlerinde kendimi artık oraya ait hissetmeme durumu oluştu. Sanırım ağır abiliğe devam etmem ve saha ağır mekanlarda olmam gerek.

* Aralık ayında, bir kaç gün Kapadokya'da olma programı yapıyorum. Doğum günümü orada geçirmek.. Birde bol Kar yağarsa, tadından yenmeyecek.

* Anladım ki, kadında, ayak bileği ve kuyruk sokumundaki dövmelere bayılıyorum. Hatta bir güzele, kuyruk sokumuna mutlaka dövme yaptır dedim. Bakalım, dinlerse beni yaptıracak.. Sahi, "kuyruk sokumu", ne saçma bir kelimeler silsilesidir..

* Bazı arkadaşlarım uyuduğum anlarda onların telefonlarına cevap verdiğimi, konuştuğumu, hatta görüşme programları yaptığımızı iddia ediyorlar. Oysa ben hiç hatırlamıyorum ve sonrasında anlamsız kaprisler ve suçlamalarla karşılaşıyorum. En iyisi uyurken "sessiz mod" da takılmak..

* Aşk'a bulanmak.. Hala başaramadığım şey. Çok mu utopik bişey istedim bilmiyorum ama, şans bu konuda benim yanımda değil. Bazen 6-7 yıl geriye dönmek istiyorum. Nedense..

* Kış aylarını çok seviyorum. Sinema tadında, harika bir mevsim bence. Bu kış İzmir ve İstanbul'da bol bol sinemaya gideceğim.

* Siyah renk, kadının içinde de dışında da, hala favorim..

* Sahi Lost başlasa da izlesek..

* Şu an birden anladım ki saçmalamak da bir yere kadar..

Sakın beni sevme!




Bu gece geç saatlerde göz göze geldik o güzel kadınla..

Öylesine konuşurken havadan ve sudan,
Yine o hayatındaki karmaşık durumla ilgili birşey kaçırdı ağzından.

Asıldı suratım.
Sustu bildiğim tüm kelimeler.

Düşündüm sonra.

Gözlerine baktım,,
içimden dedim ki,
"Sakın beni sevme!"..

Gözlerime baktı, anladı.
İçinden dedi ki,
"Fark etmeden çok bağlanmışım",
"Ne zaman birşeyler güzel gitse hayatımda,
Sonra birden yıkılıyor
"..

Sustuk..
Ayrıldı yollar.

Sonra ters istikamete giderken ikimiz,
Kulağımızda aynı anda belkide, Yalın'ın o şarkısı vardı.
"Keşke"..

Şu an,
Alkol kokuyor nefesim ve sigara hatta,
Ve hala yalnız yürüyeceğim çok yol var.


"Sakın beni sevme!" demiştim ama,
Sanırım vakit geç'ti,
Ve galiba,
sevmişti.


Hişştt


Su uyandı, sen uyanmadın..
Aşkolsun..


Gece öyle güzeldi ki..

Sahilde..
Yan yana..
Serin hava da..

Bir şişe kırmızı şarap..
ve iki kadeh aldık yanımıza..

Bir ateş yaktık kumsala..
Hava serindi..
Üstümüze bir battaniye aldık..
Yan yana..
Deniz ise, hafif dalgalı..

Aynı battaniyenin altında, daha bir güzeldi yıldızlar..
Gece, zifiri karanlık..
Şarap ise daha bir tatlı..

Etrafta kimseler yok..

O ara, kelimeler bitti..
Bir ara önce gözlerimiz takıldı,
Ve sonrasında dudaklarımız..
Dakikalarca öylece, askıda kaldı..


Sonra biri
-"Hişşşşştttt" dedi.. "Uyan"...

Alarm kurduğum şarkıya da bak...



Sahi..
Sahil?


Hassssstir be..
Yine Rüyaymış..


.

teninle tanışmak





Teniyle tanışamadığım Aşk'lar olduysa da hayatımda,
Bolca, içinde aşk olmayan ten'le tanıştım galiba..

Oysa,
Teniyle tanışabileceğim,
Dokunabileceğim,
Parmak uçlarımı gezdirebileceğim,
Tenini koklayabileceğim
Aşk'lardaydı gözüm..

Ama çok olmadı..

Aşk'ın ten'ini koklamak,
Toprağa yeni yağmış yağmurun verdiği kokudan ve hazdan,
Çok fazlasıydı elbet..

Ondandır,
Yağmur zamanları içime çektiğim nefesin,
Belirsiz ve yaşanamamış bir "Aşk"ın ten'inin tadında olması..

yağmurlar yağdıkça,

benim dilim, damağım..

hep

tatlanacak.

1000lerce



Şu sıralar,
Serdar Ortaç gibiyim..

Hem kendime tahammülüm yok,
Hem de bensiz yapamıyorum..

Üstelik 1000lerce dansöz var sanki içimde..
Tüm duygularım kımıl kımıl..

Belkide,
Bir "düş hekimi"ne görünmenin tam zamanı..


Sahi dansöz demişken,
Hemen yanıbaşımda dans eden şu güzelim dansçıları geçen gecelerin birinde, sizler için kayda aldım..:)

Sizin için baksanıza ne görgüsüzlükler yapıyorum..
Hizmette sınır yok nede olsa..


Bir Erotik yazı..

...
Sonra o Kadın'la göz göze geldik..
Düğümlendi sanki kelimeler..
Parmak uçlarımız, yolunu biliyormuşçasına,
Birbirimizin teninde gezmeye başladı....

....... Bitti..


Bu yazımı,
Tüm yaz boyunca devam eden ve halen süren,
Aşk-ı Memnu dizisindeki minik bir parça için,

-Vay anasını ne seviştiler beee..
-Ufff, porno yaptılar resmen..
-Acaba yine sevişeceklermi..
-Ah bi daha izleyelim yutub'dan..

gibisinden,
anlamsız ve mesnetsiz ifadeler kullanan,
Yaşamamış, sevişmemiş, görmemiş

Güzel yuırdum insanlarına,
Armağan ediyorum..
Sanırım tatminkar gelecektir..



Hadi şimdi dağılın..

ege



Canımın sıkıldığı, hüzünlendiğim günlerde, İnciraltı'ndan Sahilevlerine vurduğum, gecenin bir saati, soğuk havada kayaların üstüne oturup, dalgaların kayalara çarpmasını izleyerek ve dinleyerek ağladığım geceler gelir bazen aklıma.

Ama neden ağlıyordum, veya neye kafam bozulmuştu, onları hatırlayamıyorum.

Hatırladığım tek şey, o dalganın hafif hafif kayaya çarparak bırakdığı ses ve üzerime yağan su tanecikleri.

Deniz bana hep yakındı galiba.

Bakarak ağlayabileceğim, kulaç atabileceğim, içinde sevgiliyle öpüşüp sevişebileceğim, içine dalıp farklı bir dünyanın kapılarını aralayabileceğim kadar yakın oldu hep.

Belkide onun, kimsede görmediğim bir yakınlığı nedeniyle çok seviyorum denizi, ve "Ege Denizi"'ni..

Ki ismini bile kırık bir hikayeden almıştır.

"Theseus, yunan mitolojisinin büyük kahramanlarından biridir. Babası Aigeus ise Yunan Krallarından biridir.

Theseus, zamanın en büyük canavarını öldürmek için sefere çıkmış ve babası Aigeus'a onu mutlaka öldürüp döneceği sözünü vermişti.

Theseus sözünü tuttu,
Canavarı öldürdü.

Ama krallığa dönerken, Gemisindeki Kara bayrağı indirip Beyaz Bayrağı çekmesi gerekiyordu Zaferle geldiğini müjdelemek için.
Unuttu..
Kara Bayrakla döndü..
Dönerken babası Aigeus, Kara bayrağı görünce oğlunun öldüğünü düşünerek üzüldü ve kendini kayalarla bezenmiş kıyıdan, denize attı.

Oysa Theseus zaferle dönmüştü ve babası onun bu zaferini kutlayamadı.

Aigeus'un kendini denize attığı yer, Ege denizidir.
Ege Denizi, adını da Aigeus dan almıştır..

Yani aslında,
Hani o kıyılarında Rakı Balık içtiğimiz,
İçinde kulaç atıp neşeli zamanlar geçirdiğimiz,
Düşünceli bir halde taşlar fırlatıp hayata sövdüğümüz,
Önünde, plajlarında, kıyılarında resim çektirdiğimiz,
İçinde, sevgilinin ıslak teniyle seviştiğimiz,
Yada ıslak dudaklarına öpücük kondurduğumuz,

Bize hep maviyi,
Umudu aşılayan "Ege Denizi" bile, adını bir acı hikayeden almıştır.

Belki bizi de, daha da güzelleştiren şeyler, acılarımızdır..

Kimbilir.

Sevdikçe..




sevildikçe güzelsin,
sevdikçe daha da güzel..

Sevildikçe büyür çocuk..
Sevildikçe anlar "sevgi"yi..

Çorak topraklar çiçek açar, toprak sevildikçe..

Sevildikçe, ay bile bir başka görünür, gökyüzü, büyür.

Denizler daha mavi,
Yollar daha bir anlam taşır,
Sevdikçe, Sevildikçe..

Sevdikçe,
Daha da güzel sevişirsin..
Sığmazsın geceye..

Hey sen!
Umutsuz insan..

Umut hep vardır, unutma..
Sevdikçe..!

Sonra,
Bir kıvılçım çakar..
O'da zaten, seni yakar.
Sevdikçe,
ve sevildikçe..

Cave




Ne tarafına baksam bir aşk hikayesidir Ürgüp.
Kayasından, sevda fışkırır..
Kimi zaman savaş, kimi zaman ölüm hatta..
Çocukların mezarları desen,
Zaten hep çocuk kalıyor..


Sokaklarında şarap içeceğiz Ürgüp,
O masum ve soğuk
Kış ayında..
ve tabiki
O karanlık ve soğuk
Kaldırımlarında..

Sokaklarında öpüieceğiz Ürgüp!
Dilimde olacak bir sevda tadı..
Ve o sevdanın dilindeki sarap tadı..


Sokaklarında sevişeceğiz Ürgüp!
Kimseye aldırmadan
Sana bile hatta,




Belki,
Bir sevda masalı da,
Yaşanır bu aralık ayında..
Kazınır "kaya"lıklarına..

Hey!..
Ürgüp!..

Sokaklarında yer aç..
Aralık ayında..

Ve de, hala sevda masalları yazılmamış,
O boş ve ıssız,
O güzel coğrafyadaki,
"Kaya"lıklarında..

Kin ve Nefret

Hayatımda, "kin" sahibi olmasam da genelde..

Bazı zamanlarda, bazı insanlardan,

En az, siz kadınların "ütü" den nefret ettiği kadar,
Nefret ediyorum..



Evet evet, tam da boyle..

Fransız olunmaz, kalınır..


Hani bir konuya yabancı kalırsınız da, dalga geçmek için kullanılır ya.. "Fransız kalmak"..
Halbuki ne çok isterim Fransız olabilmeyi ve kalabilmeyi..

Fransızca.. Aşk dili.. ve bence çok seksi...
Mesela, karşımda Fransızca konuşan bir kadın olduğunda, nedense hep alt dudağından öpesim geliyor.. Ve birden, bende bilmediğim o dilden kurtulup, evrensel aşk diline geçiş yapacakmışız gibi hissediyorum..

Bu sanırım kadından veya Fransızcadan öte, Fransa'nın bende tetiklediği libido'nun ta kendisi sanırım..

Şimdi, şu an hatta,
Paris'te yada herhangi bir fransa şehrinde, sokaklarda oyle boş boş yürümek isterdim..
Herşeye, kaldırımlara, insanlara, etrafa "Fransız kalarak"..


Bugün,
Beynimin içindeki diğer ben, bişeyler söylüyor bana..
Anlamıyorum..
Anlamamazlıktan geliyorum..

İnsanlara bakıyorum,
Anlamamazlıktan geliyorum..

Açılım ve saçılımlara bakıyorum,
Anlamamazlıktan geliyorum..

Aşk süsünü en sahtekar haliyle taşımaya çalışanlara bakıyorum,
Anlamamazlıktan geliyorum..

Bir bütün halinde hayata bakıyorum,
Anlamamazlıktan geliyorum..

Fransız olmadığımdan değil...

"Fransız kalmak" istediğim için..

Lâkin ondandır,
Yüzümde kalabilmiş tek tebessüm tanesinin sırrı..

Düşler..



...
Sonra hiç uyanmadan devam etse tatlı düşler..

Mesela düşsem "aşk"a da, bulansam bulanabildiğim kadar..
Lakin, kolpa olmasa, sahte olmasa, maskesi olmasa..
Sevsem ve sevişsem doyasıya..
Nefes nefese..

ve yağmur yağsa...

Sonra, kötülükler şöyle bir temizlense..
Düşse tüm maskeler..

Kalanlar hep iyiler olsa..



Sevdadandır dedi Annem..
Aldırma..!

khaos


...
Sonra bir fırtına çıkar..
Mevsim değişir..
ve ölür son "kelebek"...

Bir tek "etkisi" kalır sonra...
"Kelebek etkisi"...

Sonra da, gece anlam bulur..
Güneş desen daha cesur..

Artık bir "Kaos" tur hayat...
"Kelebeğin etkisi"nden kurtulmuş bir hayat....
Bir "Khaos" tur artık yaşananlar..

Ardından gelir,
Daha cesur..
Daha anlamlı,
Daha kendinde yazılar...


Sahi, evet,
"Digital Kelebek" öldü..
Düzen bozulmasın diye...

Merhaba
"khaos" lu hayat..
"Khaos"lu Aşk'lar..
"Khaos"lu yazılar..

"Khaos" bu evet..
Yabancı değil..
Sadece "içinizden" biri..