denize doğru..


çözdüm..
herşey çok basitti!

düşlerimde bile kaçtım..
aslında kaçmak değil,
sevgiye koşmak..

kararımı çoktan verdim..

gittim..
çünkü eskittim kentin sokaklarını..

ardımda çok şey bırakmadım..
kalanları da almadım..

kararımı çoktan verdim..
denize doğru!


*bulent ortacgil

en uzun yürüyüşüm..

en uzun günlerde,
en uzun gecelerde..

up-uzun acılar çektim de..

aslında kandırmayalım birbirimizi,
acılar çekildiğinde yakıyor..
sıcağı sıcağına..
ruh kanarken işte..
ruh, kanarken..

şimdi elimde kalan ise,

benim o yalnız,
çaresiz,
bitkin,
amansız,
acımasız,
bazen yorgun,
bazen argın,

en uzun yürüyüşüm..

benim yürüyüşüm..

ama pes etmeyen,
durmak bilmeyen,
söz dinlemeyen,
naz etmeyen,

en uzun yürüyüşüm..

benim yürüyüşüm..

yağmurda,
daha bir güzel..

kalabalıklarda,
daha bir anlamlı..

sinirliyken,
daha bir sert..

en uzun yürüyüşüm,

benim yürüyüşüm..

ki aslında,
benim yürüyüşüm,
en uzun yürüyüşüm..
yapayalnız yürüyüşüm..

acılardan sanadır gelişim..
bazen senden acılaradır gidişim..

ama acılarım dinse de,
sen kenara çekilip gitsen de..

senli veya sensiz,
acıyla veya acısız..

ama yine de sert..
yinede emin..
yinede koşaradım..
yinede çocuksu..
yinede umutlu..

en uzun yürüyüşüm,
benim yürüyüşüm..


hiç ama hiç..

bitmeyecek..

eski camel mutlulukları..

elimde geçmişten kalmış bir eski camel paketi,
eski bir kitabın arasına karıştırılmış,
hangi sayfada kaldığım belli olsun diye..

ne garip,
yıllardır camel içerim,
camel değişti,
ben değiştim,
biz değiştik,
dünya değişti..

elime aldığım sigara paketinde mutluluk hissettim,
ta geçmişten kalan,
belkide o günlerden kalan..

sanırım çok daha mutluydum..
yani şimdi hayatımı istediğim şekilde yaşıyorum çoğu zaman
ama nedendir bilmem,
ben o eski camel günleri kadar mutlu olamadım
o günlerden sonra..

camel değişti,
ben değiştim,
biz değiştik..

sen değiştin..

şimdi ciğerime çektiğim duman,
daha yapay geliyor,
şimdiki çoğu yapay mutluluğum kadar..

camel değişti,
ben çok değiştim..

ve eskisi gibi
olmayacak hiçbirşey..

çünkü ben, sen, dünya..

çünkü biz değiştik..

karmakarışık..

sadece bedenim değil şimdi,
ruhum karmakarışık..

sanki uzaktan bakıyorsun,
sanki yine nefesin ensemde..
üflüyorsun..

bakamıyorum bile kimsin diye..

karmakarışığım..

bedenim değil sadece,
aklımı alıyor bu karışıklık,
ve beni ben eden bu karmakarışıklık..

bir bedende karışmak kolay,
bir bedende karmakırışık olmak..

oysaki aklım,
fkrim,
ruhum karışınca..
bedenimin karmakarışık olması gibi
olmuyor,

ve
bundan,
hiç zevk
almıyorum..

çünkü bedenim,
her karmakarışıklıktan sonra
boşalsa da,

ruhum,
aklım,
vicdanım

hiç
ama
hiç

boşalmıyor..

arındım..

01:14..
izmir'de bir sahil kasabası..

şimşek çaktı önce,
gürledi gök..

sonra yağdı işte..
halen öyle güzel yağıyor ki..

hemen pılımı pırtımı toplayıp bahçeye çıktım..
sırılsıklam oldum..
alabildiğince ıslandım..
gökyüzüne baktım..
güldüm,
kapkaranlıktı gökyüzü
ama o su damlaları,
öyle güzeldiler ki..

güç verir,
belkide bir insanın kendisiyle en başbaşa kalıp,
yine kendisiyle yüzleşeceği,
en güzel anlardan biridir bu..

zevk verir,
belki birçok sevişme bile veremez bu tadı..
dudaklarına çarpan yağmur damlaları,
sevgilinin sertleşmiş göğüsuçlarıdır bazen..

yağmur..
öyle güzeldi ki..

temizlendim,
arındım,
içimdeki pislikten..

ama çok geçmez..
gün çabuk gelir,
nasıl olsa,

yine kirlenirim..

istiyorum..

http://whi.s3.prod.lg1x8.simplecdn.net/images/3985785/DSC00162_large.jpg?1285011309
şimdi çıkıp boş sokaklarda öylece yürümek istiyorum..
yolun nereye ve kime çıktığına bile bakmadan..
ışığına veya karanlığına aldanmadan..

şimdi içmeye devam etmek istiyorum,
ağzımın buram buram içki kokmasına aldırmadan..

şimdi delice, nefessiz ve yine soluksuz sevişmek istiyorum,
parmak uçlarımla dokunduğum her hücreyi yakmak,
geceden başlayıp sabahın doğmasına aldırmadan..

şimdi kendimi denize atıp yüzmek istiyorum,
ürperten karanlığına ve derinlerdeki gece serinliğine aldırmadan..

şimdi bir omuza dayanmak,
bir omuzda ağlamak istiyorum,
kim olduğuna bile bakmadan..

düştüğümde kalkmak istiyorum,
yağmur yağsın sonra,
ıslana ıslana yürümek istiyorum..
doya doya..
kana kana..

aşk desen,
tamam tamam kalsın..
istemiyorum..

galiba bu sıralar "sevilmek" değil,
"sevmek" de değil hatta,
sevişmek bolca, aşksız, duygusuz,
belki hayvanca..

birazda,
"umursanmak" istiyorum..
hatta kimseyi umursamadan
ve umarsızca..

tanrım..

çok
şey
mi

istiyorum?

alışkanlık ve yalnızlık..

bu yol, bir yazlık beldenin yazın karşıdan karşıya geçmesi güç derecede,
kalabalık,
yoğun yollarından biri.

şimdi sanki,
birazda hatta,
yok yok daha fazla,
şu yol gibiyim..

yalnız..

şu anda serin bir havada, bahçede, esen rüzgarda müzik dinleyip,
ve ara sıra şöyle bir uzanıp gökyüzüne bakıyorum,
yıldızlara..

şimdi sanki,
birazda hatta,
yok yok daha fazla,
şu yıldız gibiyim..

yalnız..

plaj desen tam benlik, yani herkes çekilmiş şehrine,
ortalık sadece huzur arayana kalmış,
bana yani..

şimdi sanki o plaj, o deniz gibiyim de aslında,

yalnız..

bayramın son günüydü belkide,
kırıldı sandığım ayağım kırılmamış..
halen fazlasıyla bilekten şişkin, incinmiş..
ki bilirim incinmişlik duygusunu,
bende yaşadım çokça insanlara karşı bunu..

üzerine basılmayacak durumda..
yürüyemiyorum kaç gündür,
bu nedenle oy'umu da kullanamadım..

ama geçiyor..
geçecek elbet, diğer tüm ağrılar, sancılar ve acılar gibi,
o da geçecek bir haftaya..

önce ailem, annem, ablam, teyzem, geleyim bakalım öyle olmaz dediler..
"hayır gelmeyin, istemiyorum kimseyi" dedim..
ya da beni izmir'e götürmek istediler,
onu da istemedim..

şimdi boyle de olsam,
kendi başıma mücadele etmesem,
mücadelenin, savaşmanın ne anlamı kalacak?

tamam işte taksiyle de olsa hergün doktor kontrolüne gidiyorum,
küçük sahil beldesinin, küçük sağlık ocağına..

bugün, üç günden sonra sızlaya sızlaya da olsa yürümeye başladım..

ama çok güzeldi..
yürümenin bile değeri var'dı çünkü,
ve bunu anlamak için illa bir yerimizi incitmemiz gerekiyordu.

hayat ta boyle değilmidir zaten..
alışkanlıklarımıza o kadar alışırız ki,
ancak yokluklarında anlarız onlara nasıl da alıştığımızı..

şimdi yaşadığım anların tadını "sekerek" te olsa çıkarıyorum..
mücadele ediyorum,
"savaşıyorum" kendimce..

bir kaç güne kadar yine umarsız adımlarla yürüyeceğim,
yine alışacağım yürümeye..

bir de yalnızlığa..

zira,

şu sıralar fazlasıyla,
üstünden araç geçmez bir yol,
oylece oracıkta uzakta parlayan bir yıldız,
herkesin elini eteğini çektiği bir deniz,
bir plaj gibi olan yalnızlığım..

iki yüzlü kalabalıklar yerine şu sıralar tercih ettiğim,
yalnızlığım..

alıştım sana da..

sarsana beni kollarına..

esir savaşçı..

iki cümle kuramaz oldum..
yazamıyorum..
yetileri elinden alınmış bir esir gibiyim,
şu sıralar yaptığım tek şey savaşmak..

kendimi yeniden bulmak için..

evet bir gladiator gibiyim şu sıralar..
"esir bir savaşçı.." nihayetinde..

bilincimle, inançlarımla ve sıkça insanlarla savaşıyorum..

ne şans var bende,
şöyle adam gibi, hileye hurdaya kaçmayan,
ağız tadıyla savaşacak birini bile bulamıyorum..

dün truva'da nasıl savaşıyorsam,
bugün bu arenada yine öyle yürekli savaşıyorum..

olsun,
sırayla geliyorlarsa da..

pes etmiyorum,
savaşıyorum...

sadece esir olmak'tan iyidir belkide,

çünkü en azından,
halen

savaşabiliyorum..

mart-nisan da tanışmak yok artık..

belki de şu fotoğrafı çektiğim alan bile daha 20 gün öncesine kadar insanlarla doluydu..

şimdi yine insanın içine huzur veren bir yalnızlık duygusu verecek kadar sakin ve sessizleşti sahil..

ben bu durumdan çok keyif alıyorum..
bir plaj, bir deniz için en sevdiğim zaman nisan-mayıs-eylül-ekim oluyor genelde..
arası ise gürültü , huzursuzlukve ganj nehrini aratmayan deniziçi kalabalıklar..

yine eylül'e girdik..

aklımda geçen sene var..

ondan öncesi,
ondan öncesi..
ve daha öncesi...

son yıllarda hayatımdaki kadınları nedense mart-nisan aylarında tanıyorum..
mayıs-haziran-temmuz-ağustos ve hatta eylül'ün bir kısmı güzel geçiyor ama eylül sonunda yine yalnızlığımla fölrt ediyorum..

bir garip dönence..

tabi bu durum "ciddi düzey"de yaşadığım ilişkileri kapsıyor..

bu dönenceden sıkıldığımı itiraf ettim bugün kendime.

bunun için bazı önlemler almam şart oldu,
buna göre,

-sevgili olunabilecek potansiyele sahip insanlarla mart ve nisan ayında tanışmayacağım..

-ola ki tanıştım, bir yanlışlık yapıp ikinci bir görüşmeye ısrar edip, bira ile kandırsa da kanmayacağım.

-hadi ikinci görüşme tuzağına düştüm, işi ilerletip sonra hiç bir şekilde aramayacağım..

-"sesin çok güzel, diksyonun çok güzel, seni istiyorum, aradığım erkeksin" gibi yapay cümlelere kanmayacağım,

-mart-nisan ayında tanıştığım kadınlara "ah işte bu hayatımın kadını" demeyeceğim..

falan filan..

bundan sonra aşk'a daha çok açık olacağım en azında 2 ay'ı kendime yasaklamakla..

kalan 10 ay eminim çok güzel geçecek..

çok...

neyse,
sürem başladı...

güzel de yaşlanır insan..

bu resmi dün 19:30 sularında çekmiştim, denizden çıkmıştım ve annem yanıma gelmişti. birşeyler içtik, sohbet ettik plajda.

muhtemelen bu yazı sonrasında aynı saatlerde aynı yerde yine bişeyler düşünmüş olacağım..

güneş batıyordu, hemde çok güzel yok olup gidiyordu denizin üstünden..

öyle dalıp gittim,

tatil ve işimi nisandan beri bu küçük sahil beldesinde yürütüyorum. işlerim bunalttıkça kendimi günün veya gecenin herhangi bir saati denize atıyorum, boyle karmaşık yaşıyorum işte. tam da istediğim gibi.

evet dalıp gittim,
mesela sabah farkettiğim biir ayrıntıyı düşündüm.
saçımda bir kaç beyaz tel, hatta bir santime ulaşmayan bıyığımda da bir tel beyaz farkettim.

nasılda canım sıkıldı..

kahretsin.. yaşlılık belirtileri mi bunlar?!
hassiktir!

nihayetinde 32..

neyse, yazmak için yazdığım ve canımı sıkan bu ayrıntıyı paylaşmak istediğim bir yazıydı işte.. saçma işte öylesine..

tamam kabul,
yaşlanıyorum..

ama çok güzel yaşlanıyorum..

neyse şimdi yine oraya gidiyorum..

öylesine dalıp gitmeye...

beyaz bir sayfa ve dalgalar..




sen bir beyaz sayfa açarsın hayata,
yok sayarsın bir öncekini,
yalanların, dolanların ve kahpeliğin
kalın harflerle yazıldığı..

bir beyaz sayfa açarsın,
bir önceki kirli ve kapkara sayfaya inat..

bir beyaz sayfa,
bir öncekinin yerini tutacak,

bir beyaz sayfa,
tıpkı önceki gibi kirlenecek..

ve defterleriniz, kağıtlarınız sizin olsun,

hayatıma hiç yeni bir beyaz sayfa açmadım,
dalgalar silsin istedim, yeri ve zamanı geldiğinde..

bir önceki sayfanın kirlenmişliği yoktu artık..

sonra dalgalar sildi,
ben yenisini yazdım.
.

bir önceki yazılanlarsa..

hiç kirli kalmadı..

benimle ölürmüsün?


nedense bende herkes gibi zamanında,
farklı bir evlilik yapayım zamanı gelince istedim.

aslına bakarsanız zamanı hiç gelmedi.

biliyorum ki gelmeyecekte..

iş, güç, hayat v.s derken sanıyorum aşk'a adanacak en güzel yıllarımı sürekli şehir dışarında, iş seyahatlerinde, farklı limanlarda farklı kadınlarla geçirdim.

belki de düzenli bir hayatım olmadığı için de düzenli aşksal ilişkilerim çok olmadı.

bir gün orada, bir gün burada,
bir gün onun yatağında, bir gün bunun yanında..

gerek büyüdüğüm topluluklar, çevre yada adı her neyse..
çok evcimen di aslında..

çocukluğum güzel evliliklerin şahitliğiyle geçti
eş, dost, akraba..

"bir gün" diyordum.. "bir gün.."
"dilerim düşerim bir güzel evliliğe, veya en azından güzelleştirmek için çaba harcarım," 
"şununki, bununki gibi olmasın,"
"farklı olsun" derdim hep..

olmadı..

yani henüz olmadı..

nedense artık "evlilik" gibi kutsal bir müessesenin varlığına inanmıyorum.
inançsızlığımın nedeni tabiki bu müessese değil,
insanlar..

şimdi, filmi biraz geriye sarıyorum..
yazları çeşit çeşit düğünlerle evlenen insanların bir sonraki yazları "dul", "boşanmış" rütbeleriyle geçirdiklerini düşünüyorum..

hayatımdaki kadınları düşünüyorum..
yani evli olupta evli olduğu adamla veya o adamın verdiği an'larla yetinemeyen,
bu nedenle evliliğinide bitirmeyip ama aşk'ı, sex'i, mutluluğu başka adamlarda arayan kadınları..

düşünüyorum..

düşünüyorum da,
bazen o adamların yerine koyardım kendimi.. o kadınların kocaları, eşleri olan adamların yerine..
ne kâbus'tu ama..
yani biraz empati ile o aldatılan adamların yerine konmak bile içimi karartıyordu..

karartıyordu çünkü;
"ya benim de başıma gelirse?" düşüncesi beni yiyip bitiriyordu..

sanıyorum şu an boşanma davalarının sayısı yapılan düğünlerin de ötesine geçti.
adına teknoloji, internet, telefon, ekonomi falan filan ne derseniz deyin..
artık yürümüyor bu işler nedense..

bir sebepten işte, yürümüyor. yürütemiyorlar..

eş, dost, akrabalardan gördüğüm o ki,
evlilik çok kolay şey, ayrılıklara göre..

sicilim çok temiz, sözlenmişliğim bile olmadı..
hayatımda çok ama çokça kadın oldu..
üç'e ulaştı belki bir erkek olarak aldığım evlilik teklifi..

ama yapmadm..
yapamadım..

"doğru insan"la, "doğru bir evlilik" hayalim vardı çünkü benim..
yani içinde ayrılığın "a"sı bile olmayan..

beraber yaşlanılacak bir ömrün tutanaklarında kadınımla yaşamak,
yaşlanmak,
gülmek,
ağlamak,

ve hatta ölmek..

evet evet ölmek..

ne kapkara bir kelimedir.. duyunca insanın içini gıcıklatan..

belki hayatımdaki kadınlardan 20sine deyesydim ki,
"benimle evlenirmisin?"
bir ihtimal 19 ini çıkartırdım baştan ve attırırdım imzayı..

ama imza herşey değil ya,
hangisi benimle yaşlanırdı,
benimle ölürdü orası meçhul..

sanırım evlilik zor değil..
evleneceğin insanın karakteri şekillendiriyor geleceği..

ben benimle evlenecek değil,
benimle gülecek,
ağlayacak,
kavga edecek,
film izleyecek,
müzik dinleyecek,
sevişecek,
kötü günümde yanımda olacak,
kötü gününde yanında olacağım,
cüretkar,
karakterli,
cesur
benimle yaşlanacak,
onunla yaşlanacağım;
benimle ölecek,
onunla öleceğim

bir kadın aradım hep..

ama olmadı..

evlenecek kadın çoktu elbet..

hiç bir kadına "benimle evlenirmisin?" demedim zaten..
ben benimle evlenecek kadın istemiyorum galiba..

"benimle yaşlanırmısın?"
"benimle ölürmüsün?"
"son nefesine kadar benim olurmusun?"
sorularına evet diyecek bir kadın istedim hep..

olmadı..

evlenebileceğim kadın çok oldu..

ama benimle yaşlanacak,
benimle ölecek bir kadın olmadı daha..

olursa olur..

ama olmazsa, sırf evlilik yapayım diye evlenmeyi de asla düşünmüyorum..

bir kadın olacak..

kadın gibi kadın..

öyle bir kadın..

asla ona "benimle evlenirmisin?" demeyeceğim..

denk gelirsem tabiki..
öyle bir kadına, hayır deme ihtimali olsa bile, şunu soracağım belki bir gün..

"benimle ölürümüsün?"

çünkü;
 
"ben seninle ölürüm"...

seni en çok..


gök gürülderken uyandığımda yüzüm hep güler benim,
dışarıya yağmur,
çünkü,
dışarıya hayat yağıyordur..

seni en çok,
o yağmurlarda yalnız yürürken düşüneceğim.
eline verip biletini, getireceğim aklıma.

seni en çok,
o ıslak kaldırımlarda adımlarımı atarken düşleyeceğim,
o an nerede ve nasıl adım attığını mesela.

bir belediye otobüsü gürültüsünde,
"yaşlıya" yer vermişken en saygılısından bir çocuk,
işte o belediye otobüsünde,
işte o koltukta otururken düşüneceğim seni en çok..
o an, hangi yollarda olduğunu merak ederek.

kulaklarıma taktığım kulaklıklarla düşüneceğim seni en çok,
"kimbilir şimdi ne dinliyordur" diye..

seni en çok,
denizin mavisinde düşüneceğim,
teninde halen eskisi gibi mi duruyor diye su kabarcıkları.

seni en çok,
gittiğim bir sinemada,
içtiğim bir kahvede,
ettiğim bir kavgada düşüneceğim..

o an ne yaşıyorsam zamanı durdurup,
düşüneceğim..
en çok seni..

gökyüzünün mavisine bakarken,
gözlerine bakar gibi
seni en çok bir mavi'de düşüneceğim..

içimdeki haylaz çocukta,
gece oturduğumda baktığım yıldızlarda,
seni en çok işte o yaldızlı gecelerde düşüneceğim..

iskelenin ucunda,
ya da yattığım şezlongun boş olan yan tarafında..
seni işte orada en çok ta dalga sesleriyle düşüneceğim..

seni en çok,
en çok seni..

ve sanırım çokça seni..

düşüneceğim..

gıyabında güzeldi..

denizle konuştum az önce gıyabında,
sustuklarımı anlattım,
anlattıklarımı sustum.

kumlara uzandım ay ışığında,
gıyabında seviştim,
seninle.

içki içtim, nefesim alkol koktu gıyabında,
sonra güldüm kendime.

verdiğim ferman ölüme dair değil,
daha içten,
daha yalansız,
olsun diye yaşadıklarım.

sahi,
aşk'ı cemal süreyya şiirlerinden ibaret sananlar
ne anlarki
aşkın gerçekliğinden.

dillerde, yazılarda sadece şiirlerden alıntı hayaller,
ve ucu bucağı bitmeyen temenniler.

keşke cemal sürayya kadar yürekli olabilseydi kadınıyla erkeğiyle herkes.

ve seni uğurlamak gönlümden
sonsuz yıldızlara,
güzeldi,
gıyabında.

yine de,

seni düşünürken,
alabildiğinde küfretmek bile,

güzeldi.


gıyabında.

ben aslında seninle..

03:34 de gelen o uzun e-postanın
sonuna,
"Hayat; mutluluga geç kalan bizi affetmeyecek...
Ben seni, ve bana yaşattıgın günleri unutmayacağım.
Senden de tek isteğim; Yıllar sonra hatırlarsan bu günleri ve beni...
Ben olmasam bile, hayat gülsün sana
Gülümse..."

ithafen..



şimdi oturmuş sabahın en körüne uzanan saatlerde..
ben aslında seninle..

mesela fotoğrafını çektiğim o denizin üstündeki güzelim ay yansımasını izlemek isterdim,
senin bana yazacaklarını düşündüğün saatlerde..

ben aslında seninle o iskelede bacaklarımı denize isterdim,
sustuklarını dinleye dinleye..

seninle uyanmak güne,
veya uyumak seninle geceye..

ben aslında seninle, uyurken o sırtıma yaslandığın teninle, göğüslerinle uyumak isterdim,
az sonra yalnız başıma sağa sola dönüp uyumaya çalışmak yerine..

evet aşk'a aşığım ben,
yazdığın gibi..
hiç de gocunmadım bundan,
sonra aşk'ı koydum senin yerine, ismine, gözlerine..
ben aslında seninle kana kana aşk'laşmak istedim belkide..
kimseye hesap vermeden ve özgürce..

ben aslında seninle,
sadece bir etin bir etin içinde olmasından ibaret olmayan sevişmeleri sevdim,
birde o gözlerindeki güzelim ışıltıyı..

bir bebek çığlığı yakışırdı belki bir dört duvara,
bir bebek yakışırdı belkide gece aramızda yatıp bize hayat katan,
bir bebek yakışırdı belkide kolarına alıp sımsıkı saracağın, öpüp koklayacağın,
hatta saçlarına rengarenk tokalar takacağın..
hatta sana benzeyen,
hatta senin gibi güzel,
hatta senin gibi, herşeye rağmen iyi kalmayı başarabilen..
ben aslında seninle,
o bebeğe sahip olmayı da istedim..

çiçekleri seninle koklayabilmeyi,
gözlerinin mavisindeki gökyüzüne beraber bakabilmeyi,
yine en az iki bira ile kafayı bulmanı,
yağmurda seninle yürüyebilmeyi,
sevdiğin müzikleri dinleyebilmeyi,
facebook'da paylaştığın videolara "like" vermeyi..
ben aslında seninle saçma sapan, hesapsız ve kitapsız,
gelişine yaşamak istedim..

günlerin getirdikleri nasılda götürüyor herşeyi un ufak edipte baksana,
oysa ki sevgilim,
ben aslında seninle un ufak olup yaşlanıp ölmeyi bile istedim..

bir gün yine döneceğim o şehre, bugün yarın belki başka bir gün,
yine o kaldırımlarda yürüyeceksin,
ben diğerinde..
oysaki ben çokça da aynı kaldırımlarda beraber yürüyebilmeyi çok istedim.

sonra küçük kıskançlıklarımda olmayacak artık,
sen belki bir restaurantın ikinci katında yerken yemeğini bir başkasıyla,
ben bir başka katında, bahçesinde belki ve bir başkasıyla..
oysaki ben aslında seninle kıskançlıklarımızı yaşamak isterdim..

hani sen uzun konuşamıyordun da artık benimle uzun uzun cümleler kurmaya başlamıştın ya,
ben aslında seninle uzun uzun susmayı da istedim.
sadece bakışarak konuşabilmeyi..
bakışarak sevişebilmeyi,
bakışarak sevebilmeyi..

yazıyı da burada kesiyorum sevgilim,
asla okuyamayacağını bilerek,
aslında ben seninle bol bol yazı yazmayı da istedim,
ömür boyu sürecek mektuplaşmalarda..

gözlerim uykuya yeniliyor,
ve kafam güzel sevgilim,
ben aslında seninle ayılmak isterdim..

ayrıca bil ki,

ben aslında seni hatırlarken hep gülümseyeceğim..

tatlı ruyalar,

ben,
aslında,
seninle..

isterim ki senden


isterim ki senden,
isterim ki..

inancıma aşık,
zindanıma ışık
olasın..

yürüyesin gönlümün
yollarına,

sarasın beni
sarasın..

uykusuz kalırmısın
kitaplarıma?

yazılmış ama söylenmemiş

ben dağda bir pusu kurdum,
ben yolu kazdım, mayın koydum,
işaret parmağım çekti tetiği ve,
ben aslında kendimi vurdum..

bağrıma saplanır bir ağrı sonra,
içim dolar öfkeyle,

seslenirim bazen öylesine anneme..
"anne ben doluyum"..
"anadolu'yum"..

peki ya sen,
yani üzerine kimsesizlik, yoksulluk giymiş sevgilim..
daha adını bilmediğim, teninde parmaklarımı gezdiremediğim sevgilim..
var ile yokluk arasına sıkışmış sevgilim..
gelirmisin benimle?

truva'da kılıç sallasam senin için ölümüne,
izlermisin beni en olmadık şekilde ben ölürken?
ölsem de öpermisin beni sevgilim?

sahi,
çay toplasak ya rize'de..
demi'ne aldanmak istedim çayın..
sen ellerinde demlenmişken..

urfa'da atsak ya balıklara sevgi kokan ellerimizle yemler,
balıklı göl'de..

ya da,
kaş'ta buluşsak sonra,
gecenin bir yarısı serin akdeniz suyunda
sevişsene benimle.

ürgüp'te çekelim kafaları kışın en soğugunda
ve şarabın en güzeliyle..

nemrut'ta doğuralım güneşi,
van'da yapalım mesela kahvaltımızı..

sana güzel sözcükler fısıldayan ağzıma kars'ta bal sürsen,
diyarbakır da bombalar patlasın biz yine sevişirken..

assos'ta platon'u anlamaya çalışalım mı?
sonra meis'de gelsin gitsin sakızlı rakılar,
kulağımızda rebetiko..

haydi, durma,
gel ankaranın buram buram bürokrasi kokan yollarında yürüyelim,
tunalı hilmi'den geçelim..

mardinin dar ve ucu bucağı çıkmayan sokaklarında kaybedelim birbirimizi,
buluşalım bir süryani kilisesi önünde mesela,
sarılayım sana bırak,
doya doya orada..

pamuk toplayalım çukurova'da,
beynimize geçsin güneş,
sarhoş olalım sonra yine şirince'de, şarabın en meyvelisiyle..

izmirin sokaklarında çok adım attımsa da,
hadi gel seninle de çıkalım bir sokaktan kordona,
çimlerde dizlerimi yastık yap güneş batarken..

gözleme yiyelim mesela fethiye'de,
ama peynirin tadı dilimize erzurum'dan kalsa ya..

istanbul'da batıralım bir günü,
plazalarından evlerine dağılan insanların
kalabalığına aldırmadan,
belki de eminönü'nde.

trabzon'da bir düğüne gidelim,
kayseri'de gülelim,
antep'te mideler bayram..
okşayıp saçlarını uyutsam sonra seni tunceli'de..

her kim olursak olalım bizi çağırsın mevlana,
gidelim konya'ya..
"seni seviyorum" desem sana bolu'da?

sonra yine batsın güneş giresun'da..
hiç uyumadan ve yine tüm gece sevişerek açalım
gözlerimizi kütahya'da..

ben şimdi,
anadoluda yazılmış,
ama hiç söylenmemiş bir şarkı olsam sevgilim..

sahi
söylermisin beni


hiç durmadan?..

çıplak

şimdi aklımı alıyor gecenin bir karanlığında iskeleden ayaklarımı sarkıtarak,
sesini dinlediğim dalgalar.

seni çırılçıplak sevdim,
göğüs uçlarının en sertleşmiş haliyle,
dudaklarının en ateşli haliyle
ve parmakuçlarımın dokunduğu anlarda
titreyen nefesin ve bedeninle.

ki sen çıplaktın,
ben gibi,
biz gibi.

en çok o halini sevmiştim.

hani üzerinde hiç bir bez parçası olmayan,
ve
o hiç bir makyaj maskesiyle süslenmiş olmayan.

her giyindiğinde korkuyordum,
ve yüzüne sürdüğün her boya daha bir uzaklaştırıyordu seni benden.

çünkü ben seni en çok, çırılçıplak,
yani sen gibi seviyordum.

sen bir kadındın,
ve ben seni kadınlığınla sevdim.
daha ucuz ayak oyunlarında sahne almazken hemde sen.

sen bir kadındın,
ve ben seni sevmeyi sevdim,
seninle uzun ve soluksuz sevişebilmeyi.

sen bir kadındın,
ve ben seni koruyabilmeyi sevdim
gözleri dönmüş her kötülükten.

kadındın sen,
gözleri ve yüreği aşk bürümüş,

ama ben seni,

daha giyinmeden,
öyle sarılası,
öyle sevişilesi,
öyle okşanılası bir halde sevdim..

hemde şu andaki gibi,
hayatımda kimseler yokken bile,

sırf kadınsın diye,
ve sırf maskeni çıkarıp, çırılç-ıplaksın diye,

bak,
kadın!
ben seni sevdim.

tüm yalnızlığımla bile.

ve sen sadece,
halen hiç tanımadığım, ve şu an nerede olduğunu bilmediğim,
daha tanımadığım, tanışmadığım,
sevmediğim ve sevişmediğim,
çıplak bir kadınsın diye.

uzun uzun..


oysaki ne uzun uzun yazılar yazardım..
günde üç kez yazamasam bile mutlaka her gün yazardım.

uzun uzun düşündüm de;

daha çocukluk yıllarında mektuplar yazardım en uzunundan,
bir zarf'a ambalaj yapıp gönderirdim,
ve sonrasında uzun bekleyişler..
o bekleyişlerin sonunda uzun uzun okurdum yazılanları, sindire sindire.

yazmayı çok sevdim ben, hatta okumaktan daha çok.

büyüdük tabi uzun yıllar sonra,
uzun bakışmalar, uzun uzun öpüşmeler derken,
aslında bu kısım aşk için yazılmıştı ama,
çok da uzun uzun aşklar yaşayamadım ben.

belki uzun işlerim nedeniyle göçebe hayatı yaşamamdan dolayı,
belki de uzun yolların ayırdığı şehirlerden dolayı..

ama uzun uzun sevmekten hiç bıkmadım mesela,

ve tabiki uzun uzun sevişmekten..

şimdi nasılda kısalıyor hayat,
zaman çabuk geçiyor..
herşey pratik ve herşey kısa.

ama ne olursa olsun,
uzun uzun düşünmekten,
uzun uzun yazmaktan,
uzun uzun sevmekten,
uzun uzun sevişmekten,

sanırım hiç ama hiç,

bıkmayacağım.

geriye kalan herşey
kısacık olsa bile.

bir bilsen.. ben gidemedim..

oysaki,
ben gitmeyi çok sevdim en gidilesi havalarda..
bazen günışığı, bazen karanlık, bazen sırılsıklam yağmurlarda..

gidilmesi gereken odalarda kalmayı hiç ama hiç sevmedim..
o yüzdendi hep gidişim..

doğdum, büyüdüm, doydum..
aşık olum, şehvet doldum, sevdim ama..
sıkça da gittim..
arkama bir an bile dönüp bakmadan gittim..

çok ça seni seviyorum dedim hayatımda,
daha çoğunu da duydum..

"senin için ölürüm" bile demedim,
çünkü yalandı bu cümle ve ölmeyecektim..
zaten bunu bana diyenler ölmediler de..
yine de aşk'lar insana ne güzel sözler yazdırıyor değil mi,
ne güzel notalar yazdırıyor,
ne güzel yalanlar soyletiyor bazen..
oysaki aşk'lar bitiyor,
kalanlar sadece notalar, şarkılar oluyor..
bir de, sadece hatırlanası tarafından anılar..

bak yine de, mutluyum,
en azından mutluluk rolleriyle oscar'a aday oluyorum..

tenim deniz kokuyor şimdi,
ve yine su'yla sevişiyorum..

tanrı adaletli davranmıyor hiç,
ya da bizde bir sorun var hep..
çünkü vuran, hep acımasızca vuruyor..
ne dersin?
yoksa sorun bizde mi?

ben şanslı olmadım pek,
ve hiç kimseye,

"bir bilsen, senden gidemedim.."

demedim,

diyemedim.
keşke diyebilseydim..

bak yalnızım ve hatırladığım tek şey,

"hep gittim.."

bak..
yine,
gittim.


(bu güzel şarkıyı yazıp dillendirdiği için simge'ye, resim için bana teşekkür ederim)

siliniyor herşey

bir isim yazarsın kum'a,
bir dalga gelir ve silinir herşey.

ne yazdığın çok da önemli değildir,

silinmiş bir isim kalmıştır sonunda.

hayat'ta böyle birşey..

yaşarsın,
seversin,
sevilirsin,
sevişirsin,
gülersin,
ağlarsın,
üzülürsün,
büyürsün..

üzülmek,
ağlamak
sanırım boşuna..

hayat bir kuma yazılmış yazı gibidir,
bir gün göçersin ve biter herşey.

silinmiş bir yazısındır artık.

o yüzden,
olabildiğince gülmek gerek.

aynı sokağın çocukları..


ben bu sokağa düşeli ne kadar oldu veya nasıl düştüm,
onu bile unuttum..

ama şimdi dönüp baktığımda bu sokağa bende bir çok kez ses vermişim.
bazen günde bir kaç tane yazıyla, yorumla, duyguyla.

biz bir sokağın çocuklarıyız evet,

kimimiz sırça köşkünden,
kimimiz gecekondusundan,
kimimiz makarasına,
kimimiz duygusuyla,
kimimiz şiiriyle,
kimimiz yorumlarıyla,
kimimiz yemeklerinin güzel kokusuyla,
kimimiz modanın renkleri ve görselleriyle,

bazen yazılarla sevişiyoruz,
bazen yazılarla ağlıyor gülüyoruz.
bazen yazılarla efkarlanıyor,
bazen yazılarla rakı soframızdan parmak uçlarımıza düşenleri aktarıyoruz..

kimi yeşil gözlü,
kimi esmer,
kimi kısa boylu,
kimi bedensel engelli,
kimi şımarık,
kimi karnı aç,
kimi umutsuz,
kimi aşk'a aşık,
kimi öğretmen,
kimi hayata kırgın,
kimi dalga geçen,
kimi yalancı,
kimi samimi,
kimi kumral,
kimi çıplak,
kimi yalnız,
kimi evli,
kimi çocuklu,
kimi tatilde,
kimi işsiz,
kimi eşşek gibi çalışan,
kimi şehvetli..

ve biz aslında ne olursak, kim olursak olalım,

aynı sokağın çocuklarıyız.

ben bu sokağı çok seviyorum,
hiç bir zaman bu sokaktan isteyerek ayrılmayacağım.

bazen kızıyorum kendime, twitter falan filan derken çok ihmal etsemde komşularımı,

ben bu sokağı hep seviyorum,
hep seveceğim..

sizi yani,
sizi!

şu an bu heceyi okuyan gözlerinizi..

sizi!
seviyorum..

hoşgeldin..


aşk sadece yatakta olmaz ya,
yürekte yaşanır yürekte..

beraber ne güzel de koştuk, ağladık, eğlendik, üzüldük, kahrolduk, sevindik..

Turkcell Süper Lig'e hoşgeldin

Bucaspor!

Şimdi yaz...

şimdi yaz.. dedin ama,
yazmak sevişmek gibidir bilirsin, ve
sevişmek için sevişilmiyor, yazmak için yazılmıyordu kör ve alkollü gecelerin
o tuhaf ve,
huzur veren karanlığında..
bak sevişmeye hazırlanır gibi hazırlandım yazmaya..
yazıyorum işte, kalemim, klavyem şehvetli ve kelimelerim şimdi senin göğüs uçlarında..

şimdi yaz.. dedin ama,
havalara aldanma buralarda veya oralarda..
yaz gibi gözükse de, daha bahara doymadık, yaz'a halen ulaşamadık.
hem ne demiştik?
baharda çiçek olan meyvaydı ya yaz'a..
işte şimdi meyva değil, çiçek olma zamanıdır hayata..

artık yaz.. dedin ya,
yazıyorum bak inadına..
sanma ki suskunluğumun ardında bir sitem var.
benimki sadece ve sadece huzuru aramanın telaşıydı.
kirli insanları uzaktan seyretmenin heyecanıydı..
sustum, telaşlandım, heyecanlandım..
seviştim belki ama,
evet yazamadım bu arada..

aslında bende özledim, o günde ikişer kez yazdığım günleri..

şimdi yaz, artık yaz, yaz..
dedin ya.

yazdım işte..

zaten bilirsin ki, sevişmek gibidir yazmak..
sevişmek gibi yazmayı da,
yazmak gibi sevişmeyide,
çok ama çok özlemişim..

yaz'a varamadık sen "yaz" dediysen de..
ama biliyormusun, şimdi çok daha temizim geçen bahar'a nazaran..
tertemizim..
arındım sinsi pas ve kirlerden..
kendimi, bahar yağmurlarına bıraktım,
tenimi o yağmurlarda yıkadım..

sahi,
şimdi yaz.. dedin ama,

yaz değildi mevsimlerden,
ama ben,
yaz
dım
yine de.

akıp gidiyor zaman..


gitmek..
uzaklaşıp kaybolmaktır belkide ufuk çizgisinde..
önce bir nokta olmak..
sonra nokta bile olamamaktır belki de..

gitmek..
aşklaşılan gecelerde,
sevgilinin bacaklarının arasındaki sıcaklıktan vazgeçmek gibidir belki de,
öylece dokunmadan yanında sadece uyuyakalmak..

zaman..
gitmesi gereken tek şey..
gitmesini istemesen bile gidecektir umarsızca..

gitmek öyle birşeydir işte..
geriye sadece gidilmiş bir yoldur bize kalan.

hiç kimse "kal" demesin diye,
hiç "gidiyorum" dememişimdir kimseye..
belki de arkamdan sallanan elleri sevmediğimdendir..

sanki "kal" dense, kalacakmışım gibi gelirdi hep.
Kalmamak için "gidiyorum" dememişimdir hiç.
ve kimse "kal" demesin diye..

zaman.. akıp gidiyor..
sevgilinin teninde akıp giden parmak uçlarım gibi..

en son, bir kaç gün önce,
13 yıl kadar önceki bir nişan töreninin video çekiminde gördüm kendimi.
tanıyamadım..
aynaya baktım.. yine tanıyamadım..

sonra yine aynı heceler, kelimeler..
"akıp gidiyor zaman"..

her gün biraz daha yaşlanıyor,
hatta daha iyimser tabirle,
hergün biraz daha büyüyoruz..

ama büyümeyi seviyorum..
kaliteli bir şarap kıvamında, yıllandıkça oturduğum yeri seviyorum..

zaten zaman akıp gidiyor diye dert etmemek lazım.

bize daha,
aşklaşılacak,
yazılar yazacak,
gülecek, ağlayacak,
çığlık çığlık sevişecek,
özleyecek,
rest çekecek,
posta koyacak,
ve her yeni güne "merhaba" diyecek
çok vakit var.

"zaman akıp gidiyor.."
hemde, parmaklarımın ucundan süzüle süzüle..
hâlâ biraz da olsa kıyıda köşede kalmış,
umutlarımızı yeşertmeye..

ve ne olursa olsun,
açmak lazım pencereyi..

bırakalım, zaman akıp gitse de,
bize halen umut lazım..

aç pencereyi,
bırak..
güneş,
içeri girsin..

herşeyden çok..


izmir'in ıslak ve sessiz,
bir o kadar geceden kalma karanlık kaldırımlarında yürürken,
adımlarımı sayarken,
kötüleri süzerken..

herşeyden çok sevdiğimi farkettim bu şehri..

sadece bu şehri'mi..

yok yok..
"ben herşeyden çok" sevmeyi sevdim..

o klasik "seviyorum" sözcüklerinden daha çok sevmeyi sevdim..

tutkuyu, heyecanı, istemeyi,
aruzlarımla yanmayı,
beklemeyi sevdim..
herşeyden çok sevdim..

kaldırımlar,
neler neler döktürüyor beynimden..

sahi, kötülerin gözleri..
nasılda parlıyor geceleri..

oysa dudağımda sadece küçük bir tebessüm..

ben korkmaktan yıllar önce vazgeçtim..

yılan'ların içinde öğrendim yürüyebilmeyi,
ve vazgeçmiştim kafama namlular dayandığında, korkmaktan..

şimdi yürüyorum işte,
kaldırımların en ıslak haliyle..

adımlarımı sayarak,
içimde tutku, heyecan,
ve arzularımla yanarak..

ben korkmaktan çoktan vazgeçtim..
sadece, "herşeyden çok sevmeyi" sevdim..
ve hep bunu seçtim..

herşeyden çok..

beni unutma..

kaç kere ve kimler tarafından unutulduğumu pek bilmem aslında..
tek bildiğim,
kendi unuttuklarım..

ya da, unuttuğumu bile soylerken bir vesile hatırladıklarım.

ki,
aklımda bir sürü insanın yüzüme soylediği o iki kelime takılır hep..
ki bende bir çok insana soylemişimdir o iki kelimeyi..

"beni unutma"..

oysaki,
ilk kez elini tuttuğum kız,
ilk aşık olduğum kız,
öpüştüğüm kadınlar,
bağır çağır seviştiklerim..
"seni seviyorum" dediklerim..
"seni seviyorum" diyenler..
uzaklara gidenler,
el sallayanlar,
mektup yazanlar,
mutfakta yemek yaparken seviştiklerim,
mutfakta oynaşmayı hayal ettiklerim,
telefon ile konuştuklarım,
mesajlaştıklarım,
kaldırımlarda oturduklarım,
hal hatır sorduklarım,
beraber korku filmi izleyip sarıldıklarım,
dans ettiklerim,
gece sahilde kumlara uzandıklarım,
beraber sarhoş olduklarım,
gecenin bir vakti sarhoş kafayla evimi basan kadınlar,
evini bastığım kadınlar,
denize taş attıklarım,
çiçek verdiklerim,
karşımda dans ederek soyunanlar,
beraber film izlediklerim,
balık avlamaya çalıştıklarım,
çaresizlikte telefonda seviştiklerim,
hediye verenler,
hediye verdiklerim,
çat kapı çay içmeye gelenler,
çat kapı içki içmeye gittiklerim,
otobüs terminalinde karşıladıklarım,
havaalanından uğurladıklarım,
bakıştığım ama hiç laf atamadığımdan, konuşamadıklarım,
içki ısmarlayanlar,
içki ısmarladıklarım,
çocuk hayali kurduklarım,
çocuğunun babası olmamı isteyenler,
uğruna yaralandıklarım,
gözlerimi kararttıklarım,
gözümün içine bakarak yalan soyleyenler,
evlilik teklif edenler,
ayrıldıktan sonra "dost olalım" diyenler,
kinimin gözlerim kapanıncaya dek sürecek olanlar,
deprem gecelerinde sarılarak uyuduklarım,
parmak uçlarımın tenlerinde dolaştırmayı sevdiğim kadınlar,
beraber uyusak bile kıvılcım çıkmayan kankalarım,
şehirler arası otostop çekenler,
oylesine bir otelde oylesine tanıştıklarım,
çöp şiş yediklerim,
beraber gece denize girdiklerim,
denizde seviştiklerim,
yazılarına aşık olduklarım,
yorum yazdıklarım,
yorum yazanlar,
dokunmayı çok arzuladıklarım,
acısını paylaştıklarım,
acılarını paylaşamadıklarım..
ansızın evlenip hayatımda artık olmayanlar,
sevgililer gününü kutladıklarım,
çimler üzerinde yuvarlandıklarım,
fallarına baktıklarım,
omzunda ağladıklarım,
omzumda ağlayanlar,
selam gönderenler,
kapris yapanlar,
kahvaltı hazırladığım kadınlar,
üç kağıtçı olanlar,
şerefsiz, haysiyetsiz olanlar,
çiçekler aldığım kadınlar,
bana kravat alanlar,
gömleğimi ütüleyenler,
en sevdiği filmi benimle izleyenler,
gülmeyi yakıştıranlar,
korkanlar,
korkaklar,
gülmeyi yakıştırdıklarım,
orgazm sigaramı paylaştıklarım,


of kadınlar..
hayatımın kadınları..

unuttum sizleri..
ki hayatımda unutmak istediğim kimse yokken sizden başka..
yada unutmamışım belkide şimdi oylece hatırladığıma göre..
unutmak, hatırlamamaktır bir yerde..
ama ben hepinizi unuttuğumu soylerken bile hatırlıyorum bak..
ki,
kendimi dahi bir salaş köşede
öylece unutmuşken..

"sende kendi payından bir hatıra seç"
ve
beni unutmayın..
unutma beni!

"bilirsin, unutulmak dokunur ya
her insana.."

beni..
unutma..

yüreğimin sonbaharı

soğuk ve karsız bir izmir sabahında,
yüreğimin sonbaharını düşündüm.

elimde bir fincan kahve, camdan insanları seyrettim.
kiminin dışı üşüyor, kiminin içi acıyordu.
saklasalar da ben görüyordum..

sonra kendi sonbaharımı düşündüm.

anladım ki, dökmüşüm o yemyeşil yapraklarımı..
önce sarartarak..

ben şimdi sonbaharımı yaşıyorum..
hava kapalı ve yapraksız kalmış ağaçlarım..

zaten şimdilerde kime sorsam,
içinde müthiş bir sonbahar var..
herkeste kandırılmışlık,
hava kapalı
ve dökülmüş çoğunun yaprağı..

oysa, ilk baharın olmassa olmazıdır sonbahar..
ilkbahara ulaşmak için şarttır belkide..

bir gün, mutlaka gözlerimi açacağım,
o sahte olmayan
güneşli,
güzel,
denizi mavi,
havası temiz,
ve yemyeşil bir ilkbahara..

o günlerin hatrına..
yüreğimin sonbaharını bile,
çok seviyorum.

bir başkasını sevmek için kendini sevmek gerekir..

ve insan kendisini sevecekse,
acısını da sevmeli..
sonhabar'ınıda..

ilk isyancısı.. o toprakların..


öylece durup..

o çok sevdiğim,
delice yağan..
delice ıslatan yağmurda,
yüzümü göğe dönüp..

doya doya küfrettim..

yoo yoo..
ben aslında o yağmurlarda en çok
sevişmeyi sevmişimdir..
hani hiç olmassa öylece,
delice öpüşmeyi..

açtım gözümü..
ve sonra..

ilk isyancısı ben olayım istedim..

yalınayak yürümek istedim..

henüz üzerinde isyan edilmemiş topraklarda...