v e d a




Ben ağlayamam bilirsin,
Yüzümü döker giderim..


Belkide,
Kekik kokulu,
Bahar kokulu,
Eylül'ün son günü kokan
Bir yerde uyuyor olacağım bu "son yazım" yayınlandığında..

Ani gelişen bir aşk'ın gölgesinde..
Dilimde nikotin tadı, şu an hatta,
Uyandığımda..
Biraz da alkol üflüyor olacak nefesim..

Nefesim..
Ilık bir rüzgar gibi..

Sahi,
Günaydın..
Bugün önemli bir gün..
Çarşamba.... Yani şu Çarşafa dolanan gün..

Bugün "Digital Kelebek" in ölüm yıldönümü..
Hatta ilk anma törenini yapacağım uyanınca..
İşte saygı duruşu vesaire...

Geçen gün, google aramasıyla sayfama gelen ziyaretçi,
Şunu yazmıştı ve gelmişti bloguma..
"kelebeklerin ömrü uzun olsaydı dünyanın dengesi bozulur muydu"
İçimden, "evet bozulurdu" dedim kendi kendime..
Öyle ya, doğanın kanununa karşı gelinilmez..
Kelebeklerin ömrü kısaydı aslında, ve ekolojik denge bunu emrediyordu..

Ben ise, biraz "digital" katkıyla hayatımı sürdürebildim belki de bunca uzun süre...

Ama işte, dünya da herşeyin olduğu gibi digital bir kelebeğin de elbette bir sonu olacaktı..
Ve işte oldu da..


Gecemi,
Gündüzümü,
Duygularımı,
Kahkahalarımı,
Gözyaşlarımı,
Şarkılarımı,
Hüznümü..

Kısacası, 10 ay ne yaşadıysam yazıya dökmeye çalıştım..

Ve siz güzel insanlar..
Beni okuduğunuz,
Yorum yazdığınız,
Duygularıma ortak olduğunuz için..
Ve blog'larınıza, içten, güzel yazılar yazıp beni yazılarınızla büyülediğiniz için..

Binlerce teşekkürlerimi sunuyorum...

Ey güzel insanlar..
Seviyorum sizleri...

Belki bir gün, tüm saklanmışlıklarımızdan arınmış bir şekilde,
Aynı sokaklarda, aynı bulvarlarda,
Aynı kaldırımlarda yürür,
Aynı bar'da biralarımızı yudumluyor oluruz...
Belki de aynı sularda "sevişiyor" oluruz..
Yine birbirlerimizi hiç tanımadan..

Hayat boyu "şans"ınız bol olsun..

Bir sabah vakti yazdım belki ilk yazımı..
Bir sabah vakti "elveda" diyorum..
Üstelik, mevsim yine Sonbahar..


Sevgiyle & Dostlukla..


Hüzn'ün isyan olur..!




Kulağımda o tını.. O ses.. O müzik.. Yine gittim o yıllara.. Elimde valizim yok.. Çok kalmayacağım.. Hemen döneceğim.. Hüzn'üm, isyandır çünkü şimdi.

Suya düşen bir karanfilse yüreğin
Bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm
Vursun seni o taştan bu taşa
O çağlayandan bu çağlayana

Mesela şunu düşünürüm..
"İnsanlar.. Acaba daha ne kadar çirkinleşebilir.
. Eminim herkeste farklı farklı cevaplar bulur bu soru.. Herkesin vardır bir yarası.. Belki kapanmış, belki dem tutmuştur, tazedir yani.. Bizler, hiç mi çirkin olmadık.. Çok mu masumuz? Asla.. Ama hayattan dersini almış, başını öne eğmiş, uslanmış bir çocuksanız.. ve Çirkinlikten olabildiğince uzak kalmaya çalıştığınız halde, O çirkinlikler karşınıza dikiliyorsa, "Kaldır başını çocuk..! Eğilme! Başeğme!" Diyorum kendime.. Peki ya biz.. Yani bu insanların çirkinliklerini, hep karşıdan seyredecekmiyiz? Yoksa, meşru mudafa hakkımızı kullanarak "çirkin olmayı" seçemeyecekmiyiz bazı durumlarda? Karşıdaki, çirkince yaktıysa gemileri, Bizim o okyanusu da yakma hakkımız olmayacak mı? Tabiki olacak.. Ama değerlerimizi, İnsanlığımızı, Masumluğumuzu yitireceğiz... "Onlara" benzeyeceğiz en kötüsü.. Bazen, diyorum ki.. Bazıları için mustahaktır.. Masumluğumuzu da İnsanlığımızı da yakmaya değer.. Hem zaten İnsan dediğin, "İsyan" edendir, Adam olanın isyanı da, gemileri değil, "Okyanusu" yakandır..

Kavgadan uzak kalmışsan
Sevdadan da uzaksın demektir.

Ve ben, sevdadan uzak kalmadım ki hiç bir zaman.. O nedenle, Bazen, yarını düşünmeden, dişe diş, Kavga ederim.. Hüzn'ün adı, İsyan'sa.. Kalleşçe değil, Adam gibi kavga ederim.. Sonrasında, ne yakacak gemi kalır, ne okyanus, ne denizler, ne de ben..
Çirkinlikler'de arınır.. Geriye kalan, sadece ve sadece sessizliktir artık..

Bir de, gereksizliklerle doldurulmuş
Koca boşluklar..


Asi ve Kardelen

"Asi" Kardelen yoktur..
Çünkü bütün kardelen'ler "asi"dir aslında..
Aşk'a ve yaşayabildiği kadar "hayat"a..

Şimdi sonbahar hazanında,
Kışa hazırlanır "Kardelen"ler..
Açmaya..

Güneşe aşık, ama güneş görünce,
Ölen bir "asi" çiçektir Kardelen..

Yaza doğru ölecekler yine..
Solacaklar..
Yok olacaklar..

Aman be..
Yaz'a daha çok var zaten..

Şimdi açma mevsimi işte..
Zamanıdır şimdi..
Kar'ı yırtıp, gökyüzüne "merhaba" demenin..
ve "merhaba" denilebilmenin..

Kadına Büyüklüğünü göster..

Başımın belası Facebook reklamlarından birisi..


Peki neden başımın belası, yani bir boy pos sorunummu var hayır..

Kimsenin derdi kalmamış ta, herkesin tek derdi "penis boyu"ymuş gibi tv'de, internette, yazılı basında çıkan reklamlardan "gına" geldi..

Anlaşılan o ki, reklama göre iki tarafta da sorun var..

Kimsenin hiç bir derdi yok, herşey güllük gülistanlık..
Ama, göya biz erkekler penis boyundan muzdarip, siz kadınlar ise penisi büyük adam kalmadığı için müzdarip..

Peh..

Reklama gel..

Sahi, metin editoru kimdir bu reklamların, kendi fantezisinimi yansıtıyor reklama, anlamak mümkün değil..

"Boyu değil işlevi" diye bir söz vardı..
Boşa dememişler..

Bir öküze istediği kadar boy versin, sevişmeyi, ön sevişmeyi bilmiyorsa, kadınına zevk veremiyorsa neye yarar..


Neyse efenim,
Madem büyük bişeyler lazım..

Umudunuz,
Sevinçleriniz,
Mutluluklarınız,
Gülümsemeleriniz,
Aşklarınız,
"büyük" olsun..

Kâfi'dir sanırım..

Kadınına, "Aşk"ının büyüklüğünü göster, bu daha çekici olacaktır..

Zira gerisi..
Hava ve Civa..


*Not: Ulen bu yazıyı yazdık ama, umarım şimdi boyundan moyundan sorunlu felan olduğum gibi bişey düşünülmez de kuru iftiralara kurban gitmeyiz:)

Büyük söz ve lokma denklemi..

Alkollü,
Yüksek sesli ve
Güzel bir geceden sonra,

Şu an gün biterken, yani saat öğleden sonra 3' e doğru uyanmak ne kötü..

Bilmem ki, belkide şu salak "pazar" günlerini sevmediğim için, boylesine geçip gitmesi iyi de olmuştur..

Uyandığımda az önce..
Masada şu "lokma"lar vardı..

Ben diğer şehirlerde çok bulundum ama boyle caddelerde yol ortalarında şu lokma dökülmesi hadisesine çok rastlanamadım.

Vardır belki de, ben denk gelmedim.

İzmir'de, özellikle pazar günleri, her sokakta, her cadde'de mutlaka dışarıda, bir catering firması tarafından dökülen lokma adeti vardır. Eh tabi, firmalar bunu hayrına dökmüyor, tabiki bunları bir döktüren var..
Ya bide bu döktürmek meselesi de neyse, pek kullanmam boyle kelimeleri ama bu boyle soyleniyor, yapacak bişey yok..

İşte, bir açılış vardır, yada bir anma günü v.s v.s..

İzmir'de, Hafta Sonları boyle bir durumla karşılaşmanız ve o lokma dökülen standın önünde büyük bir kalabalığa denk gelmeniz çok olasıdır.

Özellikle o döküldüğü anda..
Yani hamur pişirilip, kızartılıp, şerbete atılıp ballı şerbette tatlandırıldığı anda yenilmesi büyük keyiftir.

Sahi, şöyle de bi durum vardı değilmi,
Büyük lokma ye, büyük söz söyleme..

Vallahi kim demişse bu sözü,
Ellerinden, gözlerinden öpüyorum..

En iyisi, büyük lokma yemek..

Ben uyandığımda masanın üstünde, epey fazla miktarda buldum.

Sanırım yakınlarda yaptırılmış ve bize bırakılmış..

Bende hemen fotoğrafını çektim..

Off bu aralar herşeyin fotoğrafını çeker oldum..

Hey okuyan..
Yaklaş bakiiim..
Ver bi poz..

Kelebek istilası..

"Kötülük" sarmışsa seni...

Önce, "korkmayacaksın"..
Onu tanıyacaksın..
Onu izleyeceksin..
Onun gibi düşüneceksin..
Onun gibi yaşayacaksın...
Onun gibi plan yapacaksın..

Sonra çemberi daraltacaksın..
İstilaya hazırlanacaksın..

Herşeyden önemlisi,
En az onun kadar "kötü olacaksın"..

ve..

Onun hiç tahmin etmediği bir anda,
"Onun silahıyla"
Vuracaksın..




Ve bir sigara yakacaksın..


Ohhh..
"Dünya" varmış...

Doğduğum gün..

Milliyet Gazetesini bir kez daha, bir kez daha tebrik ediyorum..
Çok büyük emeklerle, 54 yıllık arşivlerini internetten erişime açtılar..

Dile kolay,
376 bin sayfa ve 2 milyon 654 bin küpür habere internet üzerinden erişim imkanı sunuyorlar.

adresi de şurada: http://gazetearsivi.milliyet.com.tr

Bir kaç saat önce açıldı arşiv.
Giriş için ücretsiz üyelik gerekiyor.. Sonra hemen tarihe dalabiliyorsunuz..

Ben ilk önce, tabiki herkesin aklına gelebileceği gibi doğum günümdeki gazete nasıldı ona baktım.

Abdi İpekçi'nin, bir türlü kurulmayan hükümetle ilgili yazısı,
İsmet İnönü'nün ölüm yıldönümü,
Charles Chaplin'in ölüm haberi,
Beşiktaş'ın Altay'ı, Trabzon'un ise Boluspor u yenişi..

Çizgi romanlar,
Demirelli, Ecevitli karikatürler..

Harika..

Büyük nostalji..
Dönemin reklamları bile nostaljik..

Sanki az önce,
Çevirmeli ev telefonu çalar gibi oldu kafamda.
Sanki cebimdeki jetonları sayıp, dışarıda boş bir klübe bulup sevgiliyle konuşasım var.
Sanki, posta kutularına bakıp kartpostal geldi mi diye kontrol edesim var.

Hayli geriye gittim anlayacağınız..
Bir yandan da düşünüyorum da,
31-32 yıla ne çok şey sığdırmışım..
Hiç'liği ve çokluğu,
Sade bir hayatı ve teknolojiyi,
Sade giyimleri ve markaları..
En önemlisi ise, adam gibi bir hayatı ve dejenere olmuş bir hayatı sığdırmışım..

Neyse..

Sanırım herkes mutlaka doğum günü gazetesine gözatacaktır
ve
Bir nostalji yaşayacaktır..

Günümüzün o hızlı, anlamsız, dejenere olmuş,
Eskiyi özleten zamanlarında,
Bizleri biraz geçmişe götürüp o günleri anlamamıza, o günleri bir anlıkta olsa yaşamamıza yardımcı olacaktır.

Teşekkürler Milliyet..

Delik

Şu etrafı çevrili Çamlıca Villaları benim olacaksa..(Hepsi)
Vallahi bende şu an hemen ayakkabımın altını deldirmeye hazırım..
Ortala
Hatta "Küçük Tolga"yla ilgili geyik ve şakalara bile razıyım..

Lakin sonra şu aşağıdakine de acıdım..
Garibimin ayyakkabıları hala delik,
Ama bir gemiciği bile yok..

İçim parçalandı yine....



Sahi,
Demogojiyle büyüyen bir toplumun,
Hâlâ demogojiyle yaşayan insanları olmak ne güzel..

Tanrım..
Ülkemi ve insanlarını çok seviyorum..

Norveç'te doğsaydım,
Ot gibi bir hayatım olacaktı..

Teşekkürler Tanrım..

Fırıldak

Şu sıralar o kadar çok "fırıldak" var ki etrafımda..
Aciip kaçasım var..

Şu üstteki zat-ı muhterem bile,
"Biz Fırıldak Değiliz" diyordu da, bunu anlatmak için habire oturduğu yerde "fırıldak" fibi dönüyordu..
Deli mi ne..

Neyse..
Varsın cümle alem "fırıldak" olsun..
Varsın dönen, dönebildiği kadar dönsün ve yol katetsin kendi etrafında..

Benim ayaklarım yerde, ve adam gibi yere basıp,
öylece..
"durmak" istiyorum..

Durup, o "fırıldak"ların, kendi etrafında dönüşlerini seyretmek,
ve gülmek istiyorum..

Hatta gülüyorum da..

Uyandığımda.. Ölmüştüm..





Bu şehir girdab gülüm
Girdab ta mehtab gülüm
Feleğin bir suyu var
Su değil kezzap gülüm

Alkol ikindisinde değil,
Sabahındayım..

İzmir beni özlemiş, ben İzmir'i..
Ben "onları" özlemişim, "onlar" beni..
Ben kaldırımları özlemişim, kaldırımlar beni..

Sahi biz içmeye başladığımızda sokaklar doluydu..
Caddeler..
İnsanlar..

Az önce dönerken baktım kimse kalmamış..

"Bu şehir girdap gülüm"..
Evet içimden geçti dönerken birden bu şarkı..

Sonra şarkı çaldı,
Ben boş İzmir sokaklarına baktım..

Sonra Şarkı çaldı
Ben İzmir sokaklarında ağladım..

Sonra şarkı çaldı..
Uyandım..


Uyanmak ki,
Ölümden uyanır gibi..

Oysa ben, ölürken uyandım..
Öldüm ve uyandım..

Uyandım..
Mutluyum..

Alkol ikindisi değil bu,
Kaldırımları,
Şehri,
İnsanları,

Alkol kokan gecelere..
ve sabahlara..

Yeniden "merhaba"..

Öldüm de, uyandım..
Mutluyum..

Hatta, uyandığımda..
Ölmüştüm..

Ölmüştüm belki ama,
Uyanmıştım da..

O sersefil, bayat, yalancı, aşşağılık, düzenbaz gecelerden uyandım..
Şimdi taptaze "sonbahar" koklayacağım her gece..

Bakmayın öldüğüme..
Ben aslında..

Uyandım..



Sezidin harcı zulüm
Yiğidin burcu ölüm
Feleğe dayandım gülüm
Öldüm de uyandım gülüm
Öldüm de uyandım

Yine de, Bayram..

Geçip gidiyor zaman su gibi..
Tutmadığım oruç'un ayı bile bitti..

Oysa şimdi,
Buğulu bir Can Dündar sesiyle,
Fonda bir romantik müzikle..
Ve de, Yılmaz Erdoğan'ın devrik dizeleriyle..

Bişey söyleyesim vardı..

Olmadı..

Can Dündar'dan hazetmezdim hiç ama,
En çok da bizi yaktı geçti..

Şimdi "romantik çocuk" olamayacağım artık sayesinde..
Buğulu bir ses tonuyla "aşk ve aile" hakkında ahkam kesemeyeceğim..

Zira, kendi voleyi vurdu, attığı çalım bize kaldı..

Şimdi sorarsa hatun kişi bana,
"Bak, Can Dündar da bunu yaptı, senmi yapmayacaksın" diye..
Ne derim sonra..

Boynumu bükerim belki "Küçük Emrah" tadında..

Neyse..

Canilerin "çocuk"laştırılıp sempatize edildiği,
Terör başlarının "yol haritası" çizdiği,
Daha yoksullaşan,
Daha karamsarlaşan,
Daha acımasızlaşan
O güzel, o hala temiz kalmış insanların yaşadığı cennet yurdumda,

Herşeye rağmen,

Yine de "Bayram"...

O halde,
Daha fazla dramatize etmeden,
Hatta gülümseyerek,
Kutlamak gerek..

"Bayramınız kutlu olsun" efenim....

Bitti..

Sabahın kör saati..
Güneş yeni uyanıyor..

Önce bir dışarı çıkıp, ortalığın "ıssız" haline baktım..
Yol, bomboş..
Ne gelen var, ne de giden..
Oysa ki 15-20 gün önce vızır vızır dı bu yol..

Evet bitti..
135 gün'lük tatilimi bitirdim..

Farkındayım, insafsızca..
Mayıs 1' den beri soluksuz ve arasız bir tatildeydim..
Ama "zaman" işte oyle geçiyor.. Hızlı ve çabuk..

Lakin bitti..
Evet evet.. Bitti..
Up uzun tatili geride bıraktım..

Oysaki ne çok şey sığdırmışım şu tatile..

Sevgiyi, aşk'ı, sevgilimle kavgaları..

Sonra denizi, kum tanelerini..
Çiçekleri, böcekleri..
İnsanları, hayvanları..
Arkadaşlarımı, yolları, ağaçları..

Hepsini özleyeceğim..

Hepsini geride bırakıp yine betondan bir şehre adım attım..
İzmir'e döndüm..

Aslında burayıda çok özlemiştim ama işte,
O dinginlik, sessizlik, sakinlik, mis gibi deniz havasını ve
Orada yaşadıklarımı daha çok özleyeceğim..

Şimdi yine, işe, güce gömülme zamanı..
Ama yinede cennet gibi bir yerde..
İzmir'deyim..

İzmir'de olmak, İzmir'de yaşamak..
Belkide ömür boyu tatil demek aynı zamanda...
Cennetin, küçük bir köşesinde..

Neyse işte..
Tatil bitti..

Verin.. Verin.. Hep verin...

Biz tabi saf ve köylü vatandaşlarız,
Pek de anlamayız..

Ama gelin görün ki, devlet büyüklerimiz, sanırım birikmiş, kıyıda köşede veya işte hawai deki bankalarda hayli paramız olduğunu düşünerek bir reklam kampanyası hazırlamışlar..

Tabi, bu kampanya sayesinde medya'ya büyük bir meblağ çıkışı oldu ki oda ayrı konu..

Ama şu örneklere bakarmısınız..
Gül satan kadın,
Çin youncağı satan oyuncakçı
Simitçi felan..

Hayatımda pek oyuncak almadım alışverişmerkezleri haricinde, onu bilmem ama,
Bu simitçiler ve Gül aldığım kadınlar bana hiç bugüne dek Fatura, Fiş, yada ne bileyim, irsaliye bile vermediler..

Ticaret kafasıyla düşününce canım çekti, keşke bende hep boyle paraları alıp alıp hiç vermesem diye düşündüm.. Al al al.. Ama verme.

Lakin vergiye tabiysen, ver ver ver, hatta kazanamasanda ver..

Şimdi devlet büyüklerimizin aklında acaba ne var..
Onu bilmem ama,
Ben 2 yıl boyunca bu devlete şakır şakır vergimi ödediğim, hatta "zarar" ettiğim anlarda bile vergimi çatır çatır ödemişken..

Hatta ve hatta,

Faaliyetini durdurduğum bir şirketimin vergilerini aylardır hala ödüyorken..

İş mi bu allsen?

Üstelik, bırakın alışverişi..
Sadece şu kriz döneminde devletin vergi yükü nedeniyle işini kapatan bir sürü insan tanıyorum..

Acaba bu bir tuyo mu..
Yani vergisiz iş yapın, alın verin bilmem ne mi demek istiyorlar..


Vallahi açık soyleyim ki,
Şu erkek halimle geceleri kordon'da dolaşıp gül satasım geldi..

Üç beş gül satsam, ohh vergi yok muhasebe yok stopaj yok..
Gel keyfim gel..

Dur lan.. Bu iyi fikir hakketen..

Devlet baba, yol gösterdi ne de olsa..
Vallahi bir gün vergisiz iş yaparsam ve yakalanırsam,
Bu devlet reklamlarınıda alıp AİHM ne başvurup bir de üstüne tazminat isteyeceğim..

Ne de olsa, Devletin gösterdiği yol, en sağlam yoldur..

Evet evet, Gül'cü geldi hanımmm..

Yağma..!



Bir doğal afet olmuş..
İnsanlar ölmüş..
Evleri barkları yıkılan, işyeri hasar gören olmuş..

Bir de şu insanların yaptığına bak sen..
Evden, iş yerlerinden saçılanları nasılda yağmalıyorlar..
Nasılda parasını vermiş, haketmiş gibi seçiyorlar..
Eminim çoğu, "oruç"ta tutuyordur şu ramazan ayında..

Sonra ne mi oldu..
Evin yan tarafında bir köpeğimiz var, adı "panço"..

Ona baktım ve,

Şu fotoğraflardaki şerefsiz, vicdansız, hırsız, ahlaksız, namussuz ve binlerce küfrü ettiğim insanlara bakıp,

Onu daha da çok sevdim..




"Sırası"mı şimdi..

Yine sırasız zevklerimden birini yapacağım bu sabah 4 de..
Karanlık denizde yüzeceğim.. Belki yüzeysel dalış ile balık da avlamaya çalışacağım ama buralarda pek büyük balık olmuyor..

İşte boyle karşılayacağım günü..
Denizde..

Aklıma geldi de..
"Sırası mı şimdi" yle başlayan cümlerle büyüdük, büyütülüyoruz..

Annem olsa, şimdi buralarda, yine ağzından o cümleyi duyardım eminim..
"Sırası mı şimdi gece gece denize girmenin.."

Doğumdan ölüme kadar bir döngü bu..
Öyle ya,
Sırası mıydı,
Gece denize girmenin,
Gece sokağa çıkmanın,
Sırası mıydı sevişmenin,
O'nu bu'nu almanın,
ya da canının o an istediği şeyi yapmanın "sırası mıydı"..
Özellikle de hep insanı o an mutlu edecek şeylerin bir "ön eki" olmuştu bu soru..

Sonra hep şunu düşündüm..
Hani birileri bunu söyledi ya çevremizde..

Peki neyin nasıl sıralandığını kim belirlemişti acaba?
Mesela ölümler de sıralı mıydı?

yani birine sorabiliyormuyduk ki,
"Sırası mıydı be ölmenin" diye..

Hep kısıtlandık..
Hep ama hep..

Sırası olamayan yerlerde sırası olmayan şeyler yapmak istedik hep..
Ama biri açtı ağzını hemen yanımızda..
"Sırası mı şimdi" diye..

Evet sırası şimdi..
Kendimizi mutlu edecek şeyler yapmanın

Sırası olmayan şeyler almanın kendimize,
sırası olmayan yerlere gitmenin,
sırası olmayan hayaller kurmanın,
sırası olmayan sevişmelerin,
sırası olmayan denizlerin,
sırası olmayan gülmelerin,
sırası olmayan..
tüm mutlulukların zamanıdır şimdi..

ta ki, ölüme sıra gelinceye kadar..

Yoksa yaşanmaz bu ömür..
Yoksa insanı, "sıra"yla, günden güne çürütür..

"Gül"ün ömrü..


Hâlâ o sahil kasabasında..
Yaz bitiren günlerden birindeyim..

Ortalık sakin..
Deniz desen, en güzel, en girilesi halinde..
Güneş hala yakıyor..
Tenim hala yanıyor..

Sonra oturmuş evimde,
Yalnızlığımı demlerken,
Yalnızlığımla "çay" demledikten sonra,

O güzel,
o demini bılmuş,
o cennet tadını veren bir bardak çayı yudumlarken..

Nedense bu şiir geldi aklıma..
Açtım dinledim..

sana
yaralarımdan çiçekler,
ilk yardım geceler biraz da
ve yangında kurtarılması imkansız acılar
bırakıyorum..

seni özümün gizinde saklıyorum..
bütün aşklarımın izlerini sayıklayarak
ve aldatarak tüm sevdiklerimi,

sana
cinayetimin ipuçlarını bırakıyorum...
vasiyeti olmayan ölüler ülkesinden
(türkülerin sırtındaki muamma!)
yazık bir nakarat bırakıyorum sana

"ben sana gülüm demem
gülün ömrü az olur"

öç biter,
biter şarkı,

yaz olur...

Gülün ömründen bahsediyor..
Az diyor..

"Gül" ölünce ne olduğundan bahsetmiyor..

Sonra bakıyorum..
Çayım bitmiş..

Yenisini yudumlamam lazım diyorum..
"Kaydı yayınla" diyorum ve
Çayımı "taze"lemeye gidiyorum..

Mardin sokaklarında..

Mardin'de,
Sana, Türkü çaldım, hiç tanımadığım iki çalgıcı ile..


Türküler..
Hala umut, hala temiz kokuyorlar..

Hırsızın önde gideniyim ben,
Çünkü,
Türkü çaldım be gülüm,
Sen söylersin diye..

Sonra seni aradım Mardin'in dar sokaklarında..
Ey, bin yıllık aşk.. Neredesin?
Nerede kaldın be gülüm?
Gözlerden ırak, gönüllerden ırak, hangi sokakta kayboldun?

O dar sokaklarda yalınayak koştururum ben..
Sen otur-dinlen diye..


Hangi evin terasında sabah ettin,
Söylesene..
Hangi yıldızlara baktın gecenin kör saati..

Gecenin o kör saati, o terasta ve hiç tanımadığım insanların yanında
Ben bakarım yıldızlara gülüm..
Sen rahat uyu diye..


Hangi gözyaşı çağırıyor seni?
Söylesene?
Ağladığın kimdir, hangisidir kalbinin derinliklerinde..

Oysa, ben.. ben doya doya ağlarım gülüm..
Sen, sadece gül diye..


Ey, bin yıllık sevdaların kadını..
Bin yılın sonundasın demek..

Ama dur, benim yüreğim enkaz zaten..
Ben seve seve ölürüm..
Sen bin yıl daha yaşa diye..




Masalları unut..

Ben çocuktum ve çok kandırıldım..
Ben büyüdüm ve hâlâ kandırılıyorum..

Çok masal dinledim ben..
Oysaki,
Bilmiyordum masalların bu kadar yalan olabileceğini..

Ali topu atmaz oldu,
Oya topu tutmaz oldu..
Onlar şimdi msn'de sabahlıyorlar..

Ki o zamanlar Pamuk Prenses vardı..
7 Cüceyle takılan..
Şimdi olsa, ancak bir toplu tecavüz haberi çıkardı bu masaldan..

Kırmızı başlıklı kız vardı sonra..
Anneannesine yemekler taşıyordu.
O şimdi ormanda,
Kimi görse kırıştırıyormuş.


Ya külkedisi?
Bir balo'nuın seçkin konukları arasında değil artıık.
Rock bar'larda takılıyormuş, ayağında converse ile..
Gece 12 de hayat normale dönmüyormuş onun için,
Aldığı uyuşturucunun etkisinden olsa gerek..
Hep leyla, hep leyla..

Kurbağa prens'te yok artık..
Kurbağayı öpen kızın başı, bir çöp konteynırında,
Bir gitar kutusunda bulunuyormuş..

Dedim ya masalları unut..

Hor görülen keloğlan, artık trend olmuş mesela..
Her yıl "en sexi erkek" seçiliyormuş..

Bremen mızıkıcıları, bıraktı artık müziği..
Mp3ler ve Korsan CD ler nedeniyle zarar ediyorlarmış..

Heidi'nin gezdiği dağlar, gece-kondu oldu..
Önce yakıldı ormanlar,
Sonra yağmalandı parsel parsel..

Rapunzel'in saçları döküldü, kimyasal, dandik saç şampuanlarından..

Hansel ve Gretel, üniversiteyi okumuşlar..
Ama yıllardır iş bulamamışlar..
Ve şimdi Tatlıları sadece Bolulu Hasan Usta'nın vitrininde görüyorlar..

Ben çocuktum, çok masal dinledim ve çok kandırıldım..
Ben büyüdüm ve hala masal dinliyorum, hala kandırılıyorum..

Evet evet, onlar sadece masaldı..
Oysaki gerçekler "acı" dır..
ve gerçekler hep "acıtır"..

En iyisi masalları unut..
Çünkü onlar sadece bir "umut"..

Simsiyah


Gün çoktan döndü buralarda.
Ve ben..
Simsiyah bir gecenin koynunda..
yapayalnız bekliyorum..
Duyuyorum..
Görüyorum..
Bir gün gelecek dönence..
Biliyorum..

-Hangi rengi seviyorsun?
dendiğinde..

Koşulsuz olarak,
-"Simsiyah" diyorum..

Siyah bir matem rengidir.
Bir güç,
Bir kudret rengidir.

Ben hiç bir ölümde özellikle siyah giymemişimdir.
Ben zaten hep simsiyah giyerim.

Benim hayata matem'im, yas'ım zaten doğuştandır..

Siyah takım elbiselerim,
Siyah ayakkabılarım,
Siyah gömleklerim,
Siyah t-shirt lerim,
Siyah gözlüklerim,

Ben hepsini çok severim.
Ben yas tutmayı severim.
Ben matem tutmayı..

Gecenin kıyısında durduğumda, gökyüzünü siyah görürüm mesela..
Simsiyah..

Dedim ya,
Ben ölene yas tutmam..

Ben doğuştan siyahlar giymişim..

hayata, insanlara, kahpeliklere, şerefsizliklere matemim,
ve yas'ım,
zaten doğuştan..

Çünkü ben o kahpelikleri kendi elllerimle boğarım simsiyah bir su'da..
Ben ondan belkide..
Hiç bilerek yas tutmam..

Benim yas'ım, zaten doğuştan..

Yarın yine en güzel simsiyah takım elbisem,
Simsiyah ayakkabılarım,
Simsiyah gözlüklerimle
yas tutacağım..

yoo ölen'lere değil,
Kahpelere ve şerefsizlere de değil..

Benim yas'ım,
Sadece Hayat'a..

-Biri derseki "Hayat"ı nasıl bilirdiniz ey cemaat.. diye..

Ben şöyle diyeceğim..

-Simsiyah..


Uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor..
Görüyorum..

Mavi güne not..

Mobilden haberlere baktım..
İstanbul'u su götürmüş.

Akdeniz bolgesinde kapalıymış hava.
Eylül gelmiş belkide..

Sonra oturuken şöyle önüme baktım.
Sadece başımı kaldırıp..

Buralar,
Ege kıyıları hala "mavi"ydi.
Gökyüzü desen koyu mavi..

Deli, ve ölesiye bir "mavi"..

Yoruldum..



Öğlen kalk,
bişeyler atıştır,
plaja git,
denizde yüz,
bira iç,
denizde yüz,
muhabbet et,
denizde yüz,
eve gel,
internet e gir,
haber izle,
yemek yap,
dışarı çık,
eve gel,
yine internete gir,
vodka iç,
sabaha karşı uyu,
yine öğlen kalk..
...
...

Şu Serdar Ortaç'ı bile yoran hayat, benide yormaya başladı..
Bir daha dünyaya gelirsem,
Fabrikada tütün sarmak istiyorum..
Sahi, kendim içer gibi..
İçeceğim de..
Hem saracağım, hem içeceğim..
Hemde 08:00-17:00 vardiyasında..
Ne yıllık izin, ne bilmem ne..
Cumartesi-Pazar da dahil..


Bugün ablam'da aramış,
Ramazan Bayramında Bodrum'da otelde tüm ailecek kalalım, sanada yer ayırtıyorum dedi..

Delimi ne..
Zaten 130 gündür tatildeyim..
Hem ramazan da pek yok buralarda..
Hala Tatil diyor yahu..
Kusacağım artık...

Eh be Serdar, anladım, anlıyorum seni..
Bi baltanın sapı gibi hissetmeyince insan kendisini,
Cidden yoruluyor..

Şeytan diyormuş, yanaş şuna..
Hım..
Yanaş hadi..
Koş..