Kazanmak




Hayata attığınız yumruklar değil,
Hayattan yediğiniz yumruklardan sonra ayakta kalabilmektir
kazanmak..

Bunu yapan, bunuda yapmış..

Yok yok,
Şimdi size Samsung cep telefonu filan tanıtmayacağım..
Çünkü nedense en hazetmediğim marka bu cep telefonunda..
Dünyanın en iyi telefonunu da yapsalar hazmedemiyorum..

Neden mi..
Bende bilmiyorum aslında..
Ama şundan olabilirmi..
Yani bu markayı, bu logoyu her yerde gördüğüm için işin erbabı saymadığımdanmıdır..
Belkide bundandır..
Çünkü her işin bir erbabı vardır..
Misal cep telefonu telefon deyince Nokia erbabdır..
İşte ne bileyim, görüntü ve ses sitemleri deyince Sony gelir akla..
Yada fotoğraf makinası denince Nikon dur v.s v.s

Hadi gelin şimdi Samsun neler yapıyor bazılarına bakalım...



Bu bir Samsung DVBR yani genelde güvenlik kameralarının kaydı için kullanılır..





Bu bir Samsung Mp3 player.. Bu sektörde de varım diyor..





Ah olmazsa olmaz notebook sektöründe de Samsung var..






Bunlar Samsung Dvd ve BlueRay playerlar.. Samsung bu alanda da var..






Samsung Yazıcılar.. Bu alanda da hayli çeşidi var..





Bir Samsung Kamera.. Yani burada da varlar..



EH yani, Digital Fotoğraf alanında da var bu Samsungcular.. Bende bile var bunlarn fotoğraf makinesi..







Notebook yetmez, bir Samsung Masaüstü Pc görüyorsunuz..






Evet ilginç ama bu bir Samsung Buzdolabı..



Ve tabiki, Samsung LCD PC Monitoru..




O da nedir.. derseniz, Samsung Microdalga Fırın..




Bu bir Samsung Klima..




Yok yok yanlış görmüyorsunuz, bu da Samsung Elektrikli Süpürge






Samsung, Home Cinema sistemleri..






Komik ama gerçek.. Bir Samsung Fırın..







Pc monitoru yaparlarda LCD ve Plasma TV yapamazlarmı.. Aşkolsun.. Yaparlar tabi..







Çamaşırları da yıkıyor.. Bu bir Samsung Çamaşır Makinası






Tamam.. Hadi Flash bellekler ve boş cd-dvd lerin resimlerini koymadım..





Hadi hepsini bi şekilde hazmediyorum da Samsung logolu olarak..
Peki ya bu nedir arkadaşım..


Evet evet..
Tüm o elektronik ve elektrikli ev aletlerini yapan bunu da yapmış..

Nerede, nasıl yapmış bilinmez..
Kimbilir..
Ama yapmışlar işte..

Sanırım buldum ya..
Tamam şimdi oldu..
Ne zaman bir Samsung Cep telefonu görsem..
Evet evet, aklıma "greyder" "dozer" felan geliyor...


Neyine güveneyim..
De get yalan dünya...

Sen beni.. "O" zaman gör..

hele bir sönsün ışıklar
hele bir kapansın kapılar
sular durulsun
bıçak atacağım tam on ikiden
kısa devre yapsın kalbim
ellerim inatla uzansın siğaraya
dağlarda ay büyüsün
sular köpürsün
sen beni o zaman gör
G.K.H




Sahi..
İzliyorum..
Sadece izliyorum şu an denizi..

Bir yanlış yapsa koca deniz..
Dalsam diyorum..
Dalasım var..

Evet evet..
Sen beni, "o" zaman gör..

Karman-Çorman

Bu ne lan..
Nedir bu..

Her allahın günü, 20 dakikamı şunu çözmeye uğraşıyorum..

Bazen günde 3 kez uğraşıyorum..

Ey bilimadamları..
Siz hala kablosuz elektrik üzerinde yine çalışında,

Mümkünse, dolanmayan, boyle karman çorman karışmayan kablolu kulaklıklar da icat edin..

Yaparsınız, yaparsınız..

I hope so..

İzmir'de sevişelim..

Bir kaç gün önce okudum haberi..
İzledim de..
İstanbul çengelköy'de,
Bir sitede oturan karı-koca, Site parkındaki bankta otururlarken, hatta kadın eşinin dizine uzanmışken, yanlarına gelen güvenlik elemanı tarafından durumları "uygunsuz" bulunduğu için önce "uyarılmış" sonra da "tartak"lanmışlar..

Gülsemmi, üzülsemmi anlayamıyorum..

Hislerim karmaşıklaşıyor..

Önce bu özel güvenlik elemanı kılıklı insanların neden "iran islam devrim muhafızı" gibi davrandıklarını anlamaya çalışıyorum.. Mesela boyle bir durumda insanlara "Müdahale" etmek kanunlarımızda, yasalarımızda nerede yer alır diye merak ediyorum..
Bu "Mudahaleci" insanlar bu yüzü nerden bulurlar..

Düşünsenize, evli iki insan, o parkta öpüşse kime ne, sarılsa sevişse kime ne..
Ee, o sitede evleri olan bu insanların o parkta "porno" yapmayacakları da kesin..
Hadi abartayım, "porno" yapıyor olsalar da kime ne..
Bir suçları varsa, birisi gider "şikayetçi" olur, devletin kolluk kuvveti gelir, gözaltına alınırlar, savcıya ifade verirler ve gereği neyse yapılır çok aşırı bir teşhir varsa.. Kimin ne suçu varsa "yasa" çerçevesinde sorarsınız..

Üstelik, memleketin çivisi çıkmış..
Yani heryerde Travestiler sokakta müşteri kuyrukları oluştururken, bir allahın yetkilisi de gidip bunlara mudahale edemiyor..

Ama işte, masum iki aşık çift bulursanız, onlara mudahale etmek kolaydır..
Arkaları yoktur tabi..

Ama ama,
Yani hele ki tartaklamak, darp etmek, küfretmek de nedir....
Hangi hakla, nereden alnınan yasal görevle yapılabilir bu..

Ben ve sevgilimin de sokaklarda, dışarıda sevişmek gibi fantezilerimiz var..
Kesinlikle çoğu insanın olduğu gibi..
Sevişmek fiili, 4 duvarın arasına sıkışmayacak ölçüde önemlidir, güzeldir..

Ama şu an İstanbul'da olan sevgilime şunu soyledim bugün..
"Beni öldürsen İstanbul'da, sokaklarda sevişemeyiz.."
"Biz yine bildiğimiz yerde, İnsanların özgürce sevgilileriyle sokakalarda, bahçelerde, yeşilliklerde birbirlerine sarılabildiği, öpüşebildiği yerde.... yani ancak İZMİR'de yaşayabiliriz bunu" dedim..
O da, tabiki aslen İzmir'li olduğu için, iki kentin farkını çok iyi biliyor.. Benden daha iyi biliyor ve tabiki İstanbul'da değil, İzmir'de sevişeceğiz hep dedi..

Korktuğumuzdanmı İzmir'de sevişmek istiyoruz?
Asla..

Sadece bu beyinsiz özel ahlak zabıtalarından birini oracıkta gebertip, ömrümüm kalanını kodeslerde geçirmek istemediğim için İstanbul sokaklarında sevişmeyeceğim..

Biz..
En iyisi İzmir'de sevişelim..
İzmir'de öpüşelim sevgilim....

Çünkü burada,
Kendi ahlak kurallarını toplumun ahlak kuralı gibi benimsememiş,
Hayata kapkara bakmayan,
Örümcek beyinli olmayan,
Ona buna mudahale ederek insanları rahatsız etmeyen,
Yeşillikler üzerinde birbirine sarılan, öpüşen insanlara "zina" yapıyor gibi bakmayan,

ve en önemlisi,
çağdaş insan kalabilmeyi becermiş
hala çok insan var...

Gel sevgilim..
En iyisi, biz, İZMİR'de sevişelim...

Ajans

Sevgilim sesleniyor...
"Sen ne ironik adamsın.. Ajans dinliyorsun.. Dedem geliyor aklıma.." diyor..
Sonrası Gülüşmeler..

Ajans hadisesi, bilmeyen varsa, bildiğiniz Tv de Haber bülteni, yada radyondan haber dinleme hadisesi..

Vallahi, olayın öncesine döneyim hemen,

Yıllar yıllar once bende herkes gibi çocuktum..

Dedemlere gittiğimizde ki o zamanlar TRT vardı sadece,
Her saat başı haberleri izlerlerdi.
"Ajans başlayacak açalım televizyonu" derlerdi..

Durum tam olarak şöyleydi,
Her saat başı, aynı haber izlenirdi..
Haberlerde aynıydı, sunan kişi de..
Öyle saat 09.00 da ne varsa, akşam 16.00 da da aynı haberler olurdu..

Ama dedemler, sanki her saat, sanki ilk kez izliyormuş gibi izlerlerdi haberleri. pardon ajans'ı..

Çok aklıma takılmıştır bu hadise..
Trt haberleri oyleydi ki, haberler Türkiye'den çok Dünya'dan dı..
Mitterand ile başlar, Yaser Arafat ile biterdi..
80 li yılların ortalarından ve sonundan bahsediyorum elbet, darbe sonrası Türkiye'sinden..

Oysa şimdi haber bültenleri bile ne güzel..
Her saat farklı haberler..
Yeni yeni taze haberler geliyor ekrana..
Olmadı, başka tv kanalına geç ordakini izle..
Seçenek çok..

Ama şu sıralar genelde bir de TRT FM dinlediğim için,
Evet evet,
Her saat başı hala ve yine TRT'de, "Ajans" dinleniyor buralarda..

O'da, bende eski moda insanlarız ya..
Seviyoruz eski moda olmayı..

Radyodan ve Tv den,
"Ajans"lardan haber almaya devam etmek istiyoruz..

Hatta, ben, dedem gibi, dede olduğumda da,
Ajans dinlemeye, izlemeye devam edeceğim sanırım..
Sanırım değil yahu, kesin.. kesin..

Zehirli ok..


....
ve sonra, Zehirli bir ok çıkar yuvasından..
Serseri bir ok..
Saplanıverir bağrınıza..

Ok'u çıkarmaya çalışsan ayrı bir acı,
Bırak kalsın desen daha ayrı..

Bazen bir türkü, şarkı, bazen bir şiir,
Bazen bir alıntı,
Bazen bir düşünce olarak gelir Zehirli ok..

O an öylece kalırsın, çıkaramazsın..
Sağa sola hareket edemezsin..

Sonra bu duygu, sağlığını kaybeden insanlarınkine benzer..
Hani normalde önemsemeyiz, ama sağlığımız bozulunca
"Sağlık gibisi yok" deriz ya..

Yada en basitinden, Elektrik yokluğu da acıdır,
Hele İnternetimiz 5 dk kesilmeye görsün,
Hemen telefona koştururuz, geri gelsin diye..

.....
İşte, geçen gün bende oylesine otururken,
İnsanları izledim..

Plajdaki bikinili kız,
Temizlik yapan temizlik görevlisi,
Oylesine birasını yudumlayan adam,
Bahçesindeki çiçekleri sulayan kadın,

Herkese bakınca,
Bir an şunu düşündüm..
Hatta ben dahil, sen dahil, o dahil..
Bu dünyanın rengine, süsüne fazlasıyla kaptırmıyormuyuz mu kendimizi?
Manevi değerleri hiçe sayıp herşeyi maddi değerlere yüklemiyormuyuz?

Ya Aşklarımız..

İşte bahsi dün geçince o türkünün,
Yyine o ok fırladı yuvasından..
O zehirli ok..
Zaten bir haftadır delirmek üzereydim..
Elektiriği, sağlığı, intenreti gitmiş bir insan halindeydim..

Oyle bir ok'ki,
Çıkarmak istesen acıtır,
Kalsın desen daha beter..

O türkü özetlemiyor mu bugünü aslında,
Üstad Neşet Ertaş'tan gelir gerisi ve sızısı..

cahildim dünyanın rengine kandım
hayale aldandım boşuna yandım
seni ilelebet benimsin sandım

ölürüm sevdiğim zehirim sensin
evvelim sen oldun ahirim sensin

sözüm yok şu benden kırıldığına
gidip başka dala sarıldığıma
gönülüm inanmıyor ayrıldığına

gözyaşım sen oldun kahirim sensin
evvelim sen oldun ahirim sensin

garibim can yıkıp gönül kırmadım
senden ayrı ben bir mekan kurmadım
daha bir gönüle ikrar vermedim

batınım sen oldun zahirim sensin
evvelim sen oldun ahirim sensin

Aşklarımızda elektrik gibi, sağlık gibi değilmi..
Değerini varken anlamayız,
Yokluğu ise cehenneme yanaştırır bizi..

Varken bilmeyiz değerini,
Dünyanın rengine kanarız, süsüne kanarız,
İlelebet bizim kalacak sanırız sevdiğimiz insan..
Dünya işlerine yeniliriz çoğu zaman..

Araya ihanet girer,
Hırs girer,
Para girer,
Girer oğlu girer..

Sonrası ağıt olur, efkar olur..
Kendimizi sahil kenarında dalgaları izlerken, gözlerimiz nemli buluruz,
Kendimizi rakı sofralarında efkar dağıtırken buluruz..
Hatta bazen, yastıklarımıza sarılır, çocuklar gibi ağlarız..
Hıçkıra hıçkıra..

Topu topu kaç defa aşık oluyorz hayatlarımızda..
Kaç kez bayram oluyor gönülde..
Kaç kez..

Neye değer, ne için değer bir hiç uğruna..
Değerlerimizi,
Aşklarımızı,
Manevi dünyamızı kaybetmeye..

Cevap veriyorum..

Hiç bir şey için değmez...

Sevin, sevilin,
Değer verin, değer görün..
Hemde son nefese dek..

En azından ben, renkler, süsler ve dünyada kalacak tüm güzellikler için,
Bir aşk'ı kaybedecek kadar,
Bir sevgiyi kaybedecek kadar bonkör olmadığımı iyi biliyorum..
Bunu her seferinde daha iyi anlıyorum..

Hazineleri, toprakları, herşeyi olan insanlar kalmadı geriye..
İsimleri de kalmadı..
Kalanlar ise,
Tahir ve Zühreler, Leyla ve Mecnunlar, Kerem ile Aslılar,
Nuhanza ile Ninattalar..
Hector ile Helenler..
Ve tüm aşk destanları..

Aşk önemlidir..
Gerisi boş şu dünyada,
Gerisi koca bir toprak altında yatan 80milyar insan..

Teselli..



Kalbim yıllar geçse de affetmeyecek,
Bilsem ki gözyaşım hiç dinmeyecek..
O'nsuz bu son gecem, bu son sabahım..
Şimdi O'nsuz gökyüzünde yaşlanacağım..

Didim-Akbük'den bildiriyorum..

Güneşi az önce batırdık..
Henüz geldim sayılır...

Ne tuhaf bir gün..
Öğleden sonra canım sıkılmıştı, hatta apar topar İstanbul'a gitme durumum vardı..
Ama değmeyecek bir konu oldu gitmeye, uzaktan da halledebileceğim için tatilimi bölmeme gerek kalmadı..

Ama ne yaptım,
Tatilimi Tatille böleyim dedim..

Çünkü Teselli'ye ihtiyacım vardı..
Üstelik geç kalmış bir teselli..

Aslında geçen hafta apar topar bir teselli bulmam lazımdı..
Ama olmadı işte..
Salak gibi, sahile bile inmeden evde pineklemiştim..

Neyse ki, bugün teselli bulacağım ya, Didim'den, Jale'yi aradım hemencecik..
En yakında o vardır,
Teselli eder beni dedim..
Nede olsa bir haftadır sıkıntıdayım..
Nazlı gelin gibi davranmayıp ben gönüllü teselli olmalıydım..

Neyse, o da zaten yalnızlıktan, kimse de yokmuş evde, sıkılmış, "lütfen hemen gel" deyiverdi..

Bende gelmiş bulundum..

Şişşş ses yapmayın ama, hatun şu an mangal yakmaya çalışıyor, bense geldim pc başında bişeyler yazıyorum..
Ayıp oldu ama napayım, kafa bimilyon olmadan yazayım istedim..

Şimdi bu gece burada kalacağım..
Gece gece Özdere'ye, eve dönecek halim yok..
Yarın da Marmaris'te başka bir arkadaşım teselli edecek beni..
Clup Areena'da olacağım yarın gece..

Şöyle iyice bi teselli olmam lazım..

Bitti mi?
Yoo hayır..

Oradan Kemer'e geçme ihtimalim var..
Kuzenim çağırıyor..
Orada turizm le uğraşıyor..
İlle gel ille gel..
Oraya da geçersek, artık Kemer Aura'da teselli olacağım sanırım..
Artık kuzenim erkek ama onun rus arkadaşlarımı teselli eder bilmem artık..

Anlayacağınız, tatili, tatille ve teselliyle bölüyorum..
Bi kaç güne dönerim..

Ama zımba gibi döneceğimden eminim...

Sahi, az önce şu "bilsem ki" şarkısı çalıyordu,
Bende de bir kayıt hali vardı..
Onu ekledim,
Gayet güzel, dinleyin emi.. Yormayın beni...

Ayrıca güneş tamamen battı..
Yarın yepyeni bir gün olacak...
Yepyeni..

Yastık hadisesi

Kafa yine bi milyon..

Herkes tüm gece birilerinin kollarına, sesine, tenine yaslanmıştır belkide..

Bense,
Şöyle baktım yatağa,

Yastıklarım duruyor...

Çift yastık..

Yıllardır en kötü huyum..
Evet evet en kötü huyum bu yastıklardan birine sarılıp uyumak..

Eşşek kadar adam oldum ama,
Bu huyumdan vazgeçmedim..

Yastığa sarılmak yerine bende her gece bir ten'e sımsıcak sarılıp uyuyamazmıydım sanki?
Elbette yapardım..
Özelliği olmasa da bir ten'se kasıt..
Bal gibi de yapardım..

Sarılmak ne kelime..
Çırılçıplak sarılır, tenimin her santimetrekaresini yaslardım dişi yastığıma..

Yaslamak ne kelime,
O yaslanıştan bir kıvılcım çıkar, sevişirdim, sevişirdik saatlerce..
Sabah dek hatta..
Durmadan, doymadan..

Ama olmuyor işte,
Yapamıyorum..
İçinde aşk olsun diyorum..

Herhangi bir ten'e yaslanamıyorum..
Herhangi bir ses'e yaslanamıyorum..
Herkes kadar kolay yapamıyorum..
Herkesten kasıt sa, herkes değildir elbet..

Neyse,

Bende bu kötü alışkanlığım olan,
Yastığa sarılma hadisesinden kurtulabilirim diyorum..
Zor olmasa gerek..
Ben diyorum da, şu teyze yine bana şu işareti çekiyor..









Ah teyze ah..
Yap sen hareketini de,

Göreceğiz teyzecim,
el mi yaman,
bey mi yaman..

Kafa bi milyon..
Gidiyorum yastığıma sarılmaya..

Sarılıp, doya doya uyumaya..

Saçma..

Trt fm'den geliyor ses..

Beyaz giyme toz olur,
Siyah giyme söz olur..

İnadına diyorum..
Toz olsun, söz olsun..
Olmazsa onlar namert olsun,
Giymezsem ben namert olayım...

İşte buradayım..
Çevrimdışı görünmüyorum ki sinsiler gibi..
Gün gibi ortadayım..

Bir de,
"Her yöne sınırsız" şeyler de yaşamıyorum..

ve ve,
Sağ gösterip sol vurmam hiç..
Nereden gösteriyorsam,
Kesin ordan vuracağımdır..
Ama sağlam vuracağımdır..

Benimki senden biraz fazla..


Dün gece..
Plaja atılmış masalar..
Dalgalar,
Güzel, demli çay eşliğinde,
Yıldızlar ve gece..

Ben yalnızlığı çok seviyorum..
Seviyorum ama ne zamandır yalnız kalamaz oldum..
Oturup kendinle yüzleşmek istersin,
Bir türlü olmaz..

Neyse işte, nihayet yapayalnız bir geceydi..

Uç yaşıyorum..

Uç derken,
Bohem bir hayat değil bu..
Alenen, çırılçıplak bir hayat..
Yalanı, dolanı, ihaneti, alçaklığı olmayan bir hayat..
Diyeceksiniz ki,
Yalanı dolanı ihaneti olan adam soylermi..
E vallahi olsa onu bile söylerim..
O nedenle çırılçıplak..

Dedim ya uçlarda yaşıyorum diye..

İşte dün gece, kendimle ilk kez başbaşa kalabildim..
Bir masa, bir sandalye..

Oturdum..
Yıldızları seyrettim..
Yalnızdılar..
Sanırım ortak noktamız bu olsa gerek..

Sonra dalgalar..
Öyle coşkundular ki,
Sesleri çığlık gibi..
Sesleri azgın, sinirli bir aşığın öfkesi gibi..
Üstelik zaman geçtikçe,
Daha da arttı dalgalar..
Daha da azgındılar...

Yıldızlar,
Dalgalar,
Karanlık,
Uzak ışıklar..

Düşündüm bir an..

Düşündüm de,
Aşk'ı ,
Sevdayı',
Acıyı,
Nefreti,
Özlemeyi,
Hissetmeyi,
Düşünmeyi,
Hayal etmeyi,
Kavgayı,
Gülmeyi,
Kıskanmayı,
Kollamayı,
Yas tutmayı,
Çıldırmayı,
Sevişmeyi,
Beklemeyi,
Sadakati,

Bunların hepsini
Uç noktalarda yaşıyorum..
Ve de "adam" gibi..

Uç noktalarda yaşıyorum tüm "duygu" yoğunluklarımı...
Asla utanmıyorum,
Asla gücenmiyorum kendime..
Aksine, günlük çıtır çerez kıvamında yaşanan hayatları ve o hayatları yaşayanları asla ve asla kıskanmıyorum..
Ben halimden,
Ben bu "uç" ve "adam gibi" yaşadığım duygu yoğunluğundan çok da memnunum...

Ve sonra, aklıma o şarkı geldi..

İkimizde aşık,
Bir tek farkla,
Benim ki senden biraz fazla..

DK, Bir gönül yolculuğunda..

Evet evet, çok güzel bir gönül yolculuğundayım..

Sevgili uzağa giden kadın ile epey once bir temasımız olmuştu,
Konu tabiki bir gönül yolculuğu..
Yani Bir Milyon Kalem oluşumu içerisinde bulunmam idi..

Oluşumun tüm gayesi çocuklara faydalı işler yapabilmek..
Kitap kampanyaları, kütüphaneler derken, sevgili uzağa giden kadın, yani Şebnem bu yola tamamen baş koymuş..

E aylar önce konuştuk ama ben bit türlü yazamamıştım.
Zaten bu nedenle hayli utandım..

Çünkü malum blog'a bile yazı yazmakta zorlandığım bir dönemdi. Yani sırf yazmış olmak değil amacım, içime gelenleri yazıyordum.

Lakin şimdi sistem biraz değişmiş..
Ben bloğa ne yazarsam bu oluşumun sitesi olan http://www.birmilyonkalem.com/ a gidecek otomatik olarak yazılarım..
Orada bulunan çokça yazardan bir tanesi de ben olacağım da,

da..

benim bir kaygım var..

Sevgili Şebnem,
İyi hoş da,
Ben bazen edepsizin önde gideni olabiliyorum..
Yani yazarken, ne utanıyorum ne arlanıyorum..

Elimin ayarı yok..

Şimdi bu yazımı okursan,
Sana bir çağrım var,
Edepsiz yazılarım olursa, ki olacaktır..
Onları lütfen, çekinmeden sitenizden silebilirsiniz..

Bana verdikleri değer için başta Şebnem olmak üzere,
Tüm Bir Milyon Kalem oluşumuna katkı ve destek veren herkese,
Teşekkürlerimi sunuyor ve

Bu yazımı okuyan olursa,
Tüm okuyanları bu sosyal çalışmalara ortak olmaya davet ediyorum..

Sevgiler, saygılar, ve saire...

İç ses..

Hepimizin "iç ses" leri olur ara sıra..

Hatta hareketlerimizi, hayatımızı bazen bu "iç ses"lerimize göre dizayn ederiz..
Öyle ya, gerçek sadece "görünen" değildir..
Saklananlarıda vardır, yani görünmeyenleri..
O saklananlar, görünmez asla..
İşte o saklananlara hisleriniz ulaşır,
ve sizi haksız çıkarmaz genelde..

Ne olursa olur..
Ve bir bakarız ki,
"iç ses"lerimiz bizi yanıltmamıştır..
Ne tahmin ettiysek, ne hissetmişsek olan olmuştur..

Kimimize göre "iç ses" dir,
Kimimize göre "6. his",
Kimimize göre "gaip"ten gelen..

Bir de şu vardır ki,
Genellikle bu "iç ses"lerimiz
Sahtekarlara karşı çok iyi çalışır..

O sahtekarlarında mutlaka "iç ses"leri vardır
ve bundan sonra olacakları az çok tahmin ederler..

Yada içlerinden bir ses söyler onlara olacakları..
"İç ses".. Nadiren yanılır..

Ancak bazen hiç ama hiç yanılmazlar...

Şu an "iç ses"im diyor ki,
Herşey çok güzel olacak..
Çok..

Göklerde Kartal..

Sevgili arkadaşım d. nin yaptığı güzel program ile şu manzarada, Kaz Dağlarında kahvaltı yaparken aklıma bir kaç yıl önce burada yaşadığım bir anı geldi.

İzmir'den Çanakkale'ye gitmeliydim.
Mutlaka gitmeliydim.
Ancak çetin kış şartları olduğunu duymuştum bu bolgede yola çıkmadan önce.

O nedenle yanıma 2 araç eskort almıştım ki, ne olur ne olmaz, saplanırsak kar'a felan yardım edilebilsinler diye.

Efenim, İzmir'den Ayvalığa kadar hava güzeldi.
Ama sonrası, hatta Edremit, Akçay'dan sonrası kar, sis, pusu başlamıştı.

Küçükkuyu'ya gelince, Kaz Dağları eteklerinde iyice artan kar yağışı..

Araçlarda Bas-Konuş ile irtibattayız sürekli. Çünkü sis de fena bastırmıştı ve akşam oluyordu.

Zincirler takıldı, bu arada eskortlar direk soyleyemese de, "hani dönelim be hacı" demeye getiriyorlardı lafı.
Ama dönermi bu inatçı keçi..

Yol bitene kadar devam, Çanakkale'ye ulaşmamız lazım diyorum.
Gören de sanacak ki, yıl 1915 sanki de, bizde 19. Tümen'e, Mustafa Kemal'e erzak, muhimmat felan götürüyoruz..

En tepeye zar zor varabildik dağ'da..
Ayvacıktayız ve göz gözü görmüyor..
Gece saat 23.00 oldu çıkana kadar.

Jandarma çevirmiş yolu.
Yol tamamen kapalı diyor, gidemezsiniz diyor.
"Gitmem lazım", "Bırak be Hacı gidelim" diyorum..
Banamısın demiyor..
Gidemedik tabi..

Kaldık Ayvacık'ta..
Çünkü İzmir'e dönüş yoluda kapandı.. Dağın üstünde kaldık..
Bizden başka insan evladı da yok..

Ayvacıkta bir kahveye oturup plan yaptık.
Asssos'a inip orada vakit geçirmeye karar verdim.

Köylüler, hayatta inemessiniz kardan dediler..

Dedim ki, Çanakkale yolunda bişey olacağına, varsın Assos'ta olsun dedim, bir otel'e telefon ettim Assos'da, dedim odaları hazırlayın, geliyoruz..

O kar, kış kıyamette, araçlarla "kaya kaya" uçurum kenarlarında, Assos'a inmiştik.

Hemen odalara yerleştik.
O yol, o önemli yol 3 gün kapalı kaldı.

Ve Tanrı, insana, hep Assos gibi harika bir yerde rehin veya mahsur kalmayı nasip etsin..

Aslında biz, çok güzel vakit geçirdik ve inanırmısınız, ne İzmir, ne Çanakkale yolunun açılmasını hiç ama hiç istememiştim.
Hani keşke o yollar hiç açılmasa da, bu hep ve çok sevdiğim Assos'ta kalabilseydim demiştim içimden.

Hep söylerim..
Kaz Dağları, benim dağlarımdır..
Zeus'un dağları..
Bu dağlar çok olaya tanıklık etmiştir.

Şimdi bu dağları "altın" aramak için delik deşik ediyorlar..
Tıpkı yüreğim gibi kaz dağları..
Delik Deşik..
Evet evet bu dağları, Kahpece delik deşik ettiler..

Ancak,
Ben buradayken, bu dağlardayken,
Ne güvercine, ne turnaya benzerim..

Ben bu dağda olmadığım zaman da güvercine ve turnaya benzemem..

Onurlu, gururlu, başeğmeyen, yalvarmayan, belki yalnız ama,
Göklerde "Kartal" gibiyim..

Duvar...

i don't need no arms around me
and i dont need no drugs to calm me.
i have seen the writing on the wall.
don't think i need anything at all.
no! don't think i'll need anything at all.
all in all it was all just bricks in the wall.
all in all you were all just bricks in the wall.


Kahpece, her tuğlası ihanetle, kötülükle, çirkinlikle
Örülmüş duvar,
"Giz" tutmaz..
ve örenin başına yıkılmaya mecburdur..

Kendiliğinden yıkılmasa bile,
Elbette,
Yıkarlar..


Pink Floyd - The Wall


Tarz mesele'si..

Ya şu an yazdığım gibi 2-3 cümlelik postları hep kıskanmışımdır. Hadi bi tane de ben yazayım dedim. Elime mi yapışacak allasen.
Bayram nasıl olur,
Çocuklar gibi nasıl mutlu olunur,
Bir ara anlatırım, anlatacağım.
Evet evet, şu tembelliği üzerimden atmam lazım.

Şimdi apar topar çıkmam lazım.

Hatta çıktım bile.

Bak, çıktım.

Pazarla-ma!

Şimdi aklıma geldi birden..

Bir kaç yıl öncesine kadar seminerler verirdim..
Hani şu kozmetiklerde, büyük alışveriş merkezlerinde cicili bicili kızlar size bi'şeyler önerirler ya..
parfüm, dıda, içecek, alkol v.s...
İşte onlara eğitimler ve seminerler verirdim.

50-100 lü gruplar halinde, büyük salonlarda..
Öncelikli olarak iletişim,
Sonra da ürünü'nü tüketiciye nasıl pazarlayacağına dair tuyolar verirdim.
Tüyo dediğim aslında evrensel kurallar..
Yani legal kurallar..

Ama bu cicili bicili kızlarda en zorlandığım şey "ürün"e "mal" demeleriydi..
Zira yakışmıyor bir kızın, bir kadının ağzına..
"Mal" dediğin aslında bizler değilmiyiz..
"Mal" yerine konan yada..

Neyse, konu pazarlama..
Ama şuradan başlayacağım..
Dikkat ettiğim şu ki,
Bu sıralar, hayatında bir insan varken bile o insanı gizleyip insanlarla temas kuran insanlar görüyorum..
Ne uzun ve saçma bir cümle değilmi..

Neyse asıl konumuz şu,
İnsanlar, sevgilisini, kocasını, flörtünü neden saklarlar..

a. Maceralara açık oldukları için
b. Bazıları saklama gereği duyar.
c. Saklayarak kendilerini yeni insanlara pazarlama konusunda yeni adım atarlar..

bir kaç gündür işte bu (c) şıkkıyla ilgileniyorum..

Yani düşünsenize, kadının mutlu bir beraberliği var..
En azından erkeğe boyle aksettiriyor,
ancak bulduğu bulabildiği tüm mecralarda kendine yalnız, mutsuz ve bahçesini kapatmış havası veriyor..

Aslında bu hava, bir davetin ta kendisidir..
Yeni insanlara, yeni arayışlara açık olduğunu gösterir insanların..

Kadın yada erkek.. bir çok ikiyüzlü insan yapıyor şu sıralar bunu..
Cinsityet ayırımı yok..

Peki ya bu ikiyüzlülük nedir?
Yani hem hayatında biri var, onunla mutlu olduğunu söylüyor.., hem neden boyle pazarlar insan kendisini? derseniz..

İşte bu davranışlar "insan"lara dair bir davranış olmadığı için bunun yanıtı bende değil..

Ama en tuhafı da şu ki,
Bu insanlar, kendilerini yazılarla, sözlerle pazarlarken,
Nasıl olsa, eninde sonunda "deşifre" olacaklarını hiç düşünmüyorlar..

Yazık..

Madem herşey bir oyun..
Herkes karışısındaki oyuncuyu iyi seçmeli derim ben..

Zira, "pazarlama" yada evrensel ismiyle "marketing" tehlikeli bir kavramdır..
Yanlış zamanda, yanlış işler yaparsanız,
Tüm stratejinizin altında kalırsınız..
Bir daha da,
Bırakın pazarlamayı,
Ücretsiz verseniz..,
Kimse dönüp bakmaz..

Ama ne diyeyim, bugünlerde gördüğüm pazarlama uzmanları,
Hayli başarılıydı..

Tanrı çarşılarına "pazar" versin..

E tabi, o çarşıları başlarına yıkılmazsa...