erteledim..

bir yıl daha geçti gitti..

nasıl da geçti pek anlayamadım..

ama 2011 için bir çok planım vardı..

kendime vakit ayırıp;
fotoğraf makinamı alıp günlerce bir yerlerde kamp yapıp fotoğraflar çekecektim,
aslında şöyle güzel kadın modellerle çekim yapmakta istiyordum..
siyah beyaz, biraz nü.. aman neyse detay vermeyeyim..

bir kısa film çekmek istiyordum..

bir senaryo yazayım istiyordum..

yeni bir aşk'a yelken açayım diyordum..

yepyeni insanlarla tanışayım diyordum..

kendime ve hobilerime daha fazla zaman ayırayım diyordum..

daha çok blog okumak ve yazmak istiyordum.. (eskiden olduğu gibi)

off..

olmadı..

2011 de hiç bir bok olmadı..
işlerim çok yoğun, başımı kaldıramadım..

ama neyseki sevdiğim ve istediğim işleri yapıyorum..
en azından bu mutluluk veriyor..

neyse..

sıradaki gelsin..

belki bu sefer olur..

hepinize mutlu yıllar diyeceğim ama,
biliyorum pek mutlu olmuyor boyle deyince..

ama işte,

sağlıklı olun, hayatta kalın..
bu da yeter..

ben, yapmak istediklerimi,
biraz da tembel olduğumdan..
hep erteliyorum,

siz siz olun..
ertelemeyin..

en çok ta.. sonu güzeldi..

sarışın..
kumral..
esmer..
mavi gözlü..
yeşil gözlü..
zeytin gözlü..
uzun boylu..
kısa boylu..
güzel..
ruhu güzel..
içi güzel..

kadınlar..

kim olduysa hayatımda..
en çok ta sonunu sevdim..

bitişini..

en çok ta,

o benzersiz sevişmelerin
sonuna benziyordu hepsinin bitişi..

bir rahatlama, boşalma hali..

bir sevişme sonrası sigara içimi mutluluğu gibi..

kimsenin peşinde koşamadım..
yalvaramadım..
günlerce ağlayamadım..

ama sımsıkı gömdüm bazılarını içime..

iyi, kötü kim varsa,

en çok ta sonu güzeldi..

çünkü bir sonraki,
bir öncekinden hep ama hep

daha iyiydi!

bana kalbin kadar beyaz bu sayfayı..

evet belki,
"bana kalbin kadar beyaz bu sayfayı.."
diye başlıyordu çocukluğum da,
lise yıllarımda arkadaşlarımın tuttuğu
hatıra defterlerine düştüğüm yazılarımda..

zaten bu bir moda'ydı..

kim yazsa mutlaka böyle başlıyordu..

ben sonra kalp rengini hep beyaz..
bembeyaz
sanmıştım yıllarca..

ama sonraları öğrendim,
beyaz sandığım çoğu kalbin

aslında
kirli beyaz olduğunu..

hatta gri'den

siyah'a çalan..

misafir odası yalnızlığı..

çocukluğuma dair çok şeyi unutmuş olsamda,
bazı ayrıntıları hiç unutmadım..

saatler süren eski model ve
içinde o yıllarda bolca sigara içilebilen otobüslerle yaptığımız yolculuklar sonunda ulaşırdık
bursa'da anneannemin evine..

düzenli bir evdi, güzel ve yazın en sıcak günlerinde bile serin bir evdi.

ancak bir odası her daim kapalı tutulurdu.

"misafir odası."

çocuktum belki, misafirdim hatta.
ama bana da yasaktı o oda.

özenle sehpalara yerleştirilmiş danteller,
basmatik tabir edilen en janjanlı sigara küllükleri,
resmiyete davetkar ciddi koltuk takımları,
koyu rengin alabildiğine hakim olduğu ve üzerimde devlet dairesi baskısı yaratan bir odaydı.

yine de çok çekiciydi..

ne zaman bir şekilde çocuk halimle girip o eski porselen takımları incelerdim,
basmatik küllüklerle oynardım ki bastığımda sürekli dönerdi o içindeki ince saçtan yapılmış daire.
üzerinde pek oturulmadığı için hiç eskimemiş olan koltuklarda otururdum.

ama ne zamanki o odada olduğum farkedilse annem veya ananem bir şekilde seslenirdi..

"kırıp dokeceksin, çık o misafir odasından.."

halbuki çocuk olduğum kadar misafirdim ve o odayı solumayı ilginç bir biçimde seviyordum..

yıllar geçti..
yıllar geçtikçe büyüyordum..

büyüdükçe daha rahat girebiliyordum o odaya..
dedemi kaybetmiştik..
bir kaç kez daha gittim ondan sonra..
hatta orada yatmayı bile becerebildim daha sonraları..

oraya, bursa'ya gitmeyeli
en azından o eve uğramayalı belki 3-4 yıl oldu.

bu hafta sonu bir aksilik olmazsa orada olup, o odaya girip,
çocukluğumda el sürdüğüm yıllanmış eşyalara yine el süreceğim.
bu beni heyecanlandırıyor..

ama yıllar geçti,
herşey değişti..
belki dedem'i izleyemeyeceğim akşam yemeklerinde muhakkak içtiği bir double rakısını içerken..
belki anneannem de çok yaşlandı o yıllara göre, seslenirken biraz daha fazla bağıracağım..
ama şu da iyi haber ki, anneannem artık bana "çık o odadan, kırıp dökeceksin" demiyor..
o tarihi odanın kapıları bana artık sonuna dek açık..

herşeyi değiştirdi yıllar ama,
o oda hep aynı kaldı..
içine güneş bile sokulmadı, misafirler geldiğinde pırıl pırıl kullanılsın diye..

herşey değişti evet ama,
çoğu evlerdeki bu misafir odaları hep aynı kaldı.

sadece anneannemin değil ki,
2+1,3+1,4+1 hiç farketmiyor,
evin yaşanılması için tasarlanmış bir odası muhakkak misafir odası olarak "kapatılıyor"..

yılda bir kaç kez gelecek misafirler için 360 gün o oda'larda yaşam olmuyor, ses olmuyor, güneş olmuyor..

derin bir sessizlik ve kimsesizlik çöker misafir odalarının duvarlarına..

yalnızlıktan patlar duvarlar, ama bunu anlatamazlar..

işte,
kendimi ne zaman;
yalnız,
çaresiz,
kimsesiz,
güneşsiz
hissetsem

o misafir odalarına benzetirim kendimi..

misafir odası yalnızlığı çöker üzerime,
ama zerafetimden asla ödün vermem..

belli etmem üzerimdeki güneşsizliği,
yaşanmamışlığı..

ama ne yaparsam yapayım,
ne kadar belli etmesem de,

pis bir duygu bu,
duvarlarıma sinmiş..

misafir odası yalnızlığı..

yalnız,
sessiz,
güneşsiz ama
bi o kadar da,

fiyakalı..

çatışma..

az önce..
"iyi ki"lerimle "keşke"lerim catıştı..

"keşke"lerim şehit,

"iyi ki"lerim yine kazandi..

ben seni beklerim..

oyle güzel sohbet ediyorduk ki
sabah'a yakınlaştığımızı geç farkettim..

o işine gidecekti,
üstelik yarın gece de nöbetçi..
yorulacaktı..
bütün gecesini bir nevi benim için feda ediverdi.

"ben seni beklerim.." dedim.. "uyandırırım 7'de.."
şimdi üstünü örteyim, uğurlayayım uykuya..

nasıl olsa halen tatil modu yavşaklığı var üzerimde..
bütün gün uyusam da olur.

"benim için bekleme" dedi..
"ben seni beklerim" dedim..

şimdi o bekleyiş anında yazasım geldi bir kaç satır bi'şeyler..

ne çok bekledim tanrım!
ne çok zaman ve ne çok şeyi bekledim hayattan..

aslında hiçbirinizden farkım yok..
hepiniz benim gibisiniz..
hep birşeyler beklediniz..
hepiniz ayrı ayrı ne çok şey beklediniz..
kiminiz aşk, kimi özlediği bir insan, kimi özlediği şeyler, kimi para, kimi sağlık, mutluluk...

benimkisi daha çok aşk'tan yana..
çok ta fazla vurmuşluğum yok 12'den..

düşünüyorum da;
pazar günlerini hiç sevmezdim mesela,
pazartesi olmasını, okula gitmeyi beklerdim..

ilk aşk'ı çabuk yaşadım ben..
daha çocuktum..
o ilk heyecanla günlerce elini tutmayı bekledim..

okul yıllarının bitmesini bekledim,
şimdi düşününce çok zevkli gelen o yıllarda
herkes gibi "bir an önce bitsin" bekleyişindeydim..

bekledim..
hep bekledim..

okul bitti..
askerlik bitti..
iş hayatı vesaire derken..

bu hiç iyi birşey değil ama,
çok sevgilim olmuştu..
"çirkin şansı" hayli etkiliydi üzerimde..
hayatıma bir çok kadın girip çıkıyordu ama hatırladığım tek şey;
ben hep bekliyordum..

içinde aşk olmayan uzun sevişmelerin sonunda,
bir an önce sabah olsun da gideyim diye bekliyordum..

ben birini, bir şeyi bekliyordum..
hep bekledim..

bekliyordum çünkü hiçbiri beklediğim kişi olmadı.
olamadı..

çok denedik..
ama hiçbiri olmadı..

çok bişey değildi aslında beklediğim..
sevmem büyük umutları..
hep küçük kırıntılı şeyler bekledim..

nasılda geçti yıllar..
çok bekledim..
hemde cok güzel bekledim..
beklemeye dair en afilli duygularla bekledim..
fiyakalıydı bekleyişlerim..

şimdi bir elimde sigara..
parmaklarım klavye'de geziyorken..
ben bekliyorum..

o daldı şu an uykusuna..
farketmese de üzerini örttüm..
küçücük okşadım saçlarını uyandırmadan..

ve ben onu bekliyorum..

o uyanacak..
işine gidecek,
gelecek,

ben yine de bekliyor olacağım..

şimdi önümde 1.5 saatim kaldı..
ona soz verdim uyandırmak için..
şöyle dedim..

"ben seni beklerim"..

bekleyeceğim..

kürtaj..

bu resmi dün akşam güneş batarken çektim..
tam da bu güneşin batış anı'nı izlerken aklımda o soru vardı çünkü..

ben bu kürtajı ne zaman yaptırmıştım?
hislerimi kim aldı?
neden duygularımdan mahrum kaldım ki?

aslına bakarsanız oyle yakışıklı felan bir erkek olmamama karşın,
şeytan tüyü işte..
çevremde kadınlar çokça olmuştur ve oluyorlar da..

benim için bu yıla kadar herşey yoluna gidiyordu..
yani heyecan, duygu, ruh..
hepsine sahiptim..
hatta gayette romantik olduğum rivayet edilirdi..
mutfakta ve yatakta da iyi odluğumu düşünüyordum..
zaten bir kadın daha ne isterdi ki..

şimdi bunların hepsinden yoksun hissediyorum kendimi..

baksana..
bugün meral aradı..
muhtemelen yanına geleyim diyecekti..
defalarca aradı..
ben sadece baktım..
telefonu bile açamadım..
meşgulmuydum?
hayır..
bir mazeretim de yoktu..

meral..
yaklaşık 3 yıl önce resmen aşık olduğum dünya güzeli..
dünya iyisi kadın..
o zaman aşık olmuştum..
ama peşinden hiç koşmadım..
o'na ben aşıktım..
ama hep o arar sorardı..

2 yıl hiç görüşmedik..
sonra bir kaç kez görüştük..
en son geçen hafta yanımdaydı..

denize girdik..
sere serpe uzanıp güneşlenirken ondan gizli gizli ona baktım..
ah be meral..
"ben sana aşıktım ama şu an neyim var bilmiyorum" dedim içimden..
yaklaşamıyordum ona..
ya da yaklaşmak istemiyordum..
ya da ne bileyim ben..

bugün yine aradı defalarca..
bilmem belki bir daha aramaz..
ama ben o aşık olduğum kadının telefonunu bile açmadım..
açamadım..

çünkü 1 yıldır kendimi yorgun hissediyorum..
yorgunum evet..
hatta duygularımı aldırmış gibi dolaşıyorum ortalıkta..

ah salak kafa..

bütün bunlar bir çok kadını bir yıl içinde çok yakınen tanımaktan da oldu aslında..

geneli sosyal paylaşım ağlarında takılan ,
gününü ona buna çıplak, sertleşmiş göğüsuçlu fotoğraflarını göndererek geçiren kadınlar..
gününü günde 50 erkeğe kur yaparak geçiren kadınlar..
önce "çok karizmatiksin" le başlayıp ardından "beni sik!" diye smsler atan kadınlar..
gecenin kör saati, "kocam yok, bana gelsene" diyen kadınlar..
sanal sex yapmak isteyen kadınlar..
sesimle boşalan, sesimle telefonda inleyen kadınlar..
bir gece beraber olmak isteyip gecenin yarısı taksiye atlayıp 2 saat yoldan gelen kadınlar..
hasta ziyareti için masumane olarak elime çiçek alarak gittiğimde 40 derece ateşle sex yapmak isteyen kadınlar..
yalancı kadınlar..
düzenbaz kadınlar..
ihanet kokan kadınlar..
hayatı sanal'laşmış ve sanallaşmamış bir hayatı reddeden kadınlar..

liste uzayıp gider de.. sığmaz belki buralara..
ama ben galiba 1 yıl boyunca hep yanlış kadınlar tanıdım..

onlarda suç bulmuyorum bazen..
belkide çivisi çıkmış bir dünyada çivisi çıkmamış insan bulma umudu taşıdığım için
hep ama hep kendimi suçlu hissedeceğim ama..

sonunda..
ben ruhsuz biri olarak kaldım..
içimdeki tüm heyecan..
aşk..
sevgi..
heves..
hepsi kayboldu işte..

sahi ben bu kürtajı nasıl yaptırdım?
nasıl izin verdim duygularımın tek tek alınmasına..
bilmiyorum ama..

galiba ben kaybettiğim herşeyi..
ama herşeyi..

belki geç oldu ama..

geri istiyorum..

ama sanırım kolay değil..

çünkü neden cazalandırılıyorum bilmiyorum ama..

ben galiba,
cezamı çekiyorum..

şike..

bazen hayatta en büyük sorun'un sorunsuzluk olduğunu düşünenlerdenim..
sorunsuzluk daha da bir bunaltır insanı..

aslında herşey yolunda gibi gitse de,
mutlu değilsindir..

mutsuz hissettiğim zamanlar,
kendime şike yapıyorum mutlu olmak için..

mutluymuş gibi yapıyorum örneğin,
hem kendimi kandırıyorum,
hem de insanları..
anlık zevkler satın alıyorum bazen,
haksız mutluluklar yaşıyorum..

şike şike mutluyum bazen ya,

hep sonunda da

sike sike,
kaybeden de

ben oluyorum..

yağmur yağdı.. herkes kaçtı..

yağmur yağarken bakıyorum da sokaklara..

herkes koşar adım kaçıyor..

yağmur yağarken en çok,
aylak aylak yürüyerek,
adımlarken sevgilinin elinden tutarak..
onun dudaklarında olmayı sevdim..

yağmur yağarken en çok,
bomboş sokakların sessizliğinde,
sırılsıklam sevgiliyle sevişmeyi sevdim.

yağmur yağdı,
herkes kaçtı..

yağmur yağdı,
biz öpüştük..

yağmur yağdı,
biz seviştik..

terkedilmiş ve
ıslak kaldırımların hatırına.

ve biz seviştik,
yağmur yağdı..

sonra zaten,

herkes kaçtı..

içeride olmak mı zor, dışarıda kalmak mı?

günlerden pazar..
pek sık yapamadığım şeylerden birini yapıp sabah erken kalkıp kahvaltı ile beraber gazetelere göz gezdirirken, bir yandan da limon ağacında kalmış irili ufaklı bir kaç limon'un bahar sevincini görüyorum.
o arada bir ses geliyor kulaklarıma..
daha sabahın 8 i..
"Hüseyin Demir'in yakını"..
"Erhan Şimşek'in yakını"..
ve saire..

aslında aşina olduğum şeyler.
evimizin konumu cezaevine yakın olduğu için "içeridekileri" ziyarete gelen "dışarıdakiler" birikmiş kapıda, görevli isim okuyarak tek tek alıyor.

buraya kadar birşey yok ancak asıl merak ettiğim şey
"içeride" olmak mı zor yoksa "dışarıda" kalmak mı...
içerideki içinmi zor herşey yoksa dışarıda kalana mı?
kimbilir..

tabiki mahpusluk üzerine sormuyorum bu soruları kafamda..
o an denk geldiğim olayı bir ilişkiye, bir aşk'a yorumluyorum..
"içeride"ki aşk için sıraya girmiş "dışarıdakiler"iz biz ne de olsa..
"aşık olunan" olmak mı zor yoksa "aşık olan" mı?


kapısında kuyruk olduğumuz kaç aşk oldu kimbilir.
kaç kez okundu ismimiz..
alındık sırayla..
üstelik ne ilk'tik ne de son olacaktık..

sahi, aşk çok zor ve meşakatli bir iş be..
"aşık olmak"ta zor, "aşık olunmak"ta..

yani..
içeride olmak mı zor,
yoksa dışarıda kalmak mı?

bende bilemedim..

tek bildiğim,
ne içeride olmak istiyorum, ne dışarıda kalmak..
ne sıraya sokulan olmak istiyorum ne de uğruna sıraya girilen..

arada bir yerde kaynayıp gideyim en iyisi ben..

böylesi daha güzel..

izmir'de, sıcak bir oda'da..

izmir'de,
sıcak bir oda da..
seni düşünüyorum hani.
loş'tan da karanlık bir ışıkta.

nefesimde anason'un o güzel kokusu
aklımda gözlerin,
gözlerin..
ne güzel bakıyordu sahi bana?
fikrimde desen zaten sen varsın.

izmir'de,
sıcak bir oda'da..
hava da hayli soğuk ya,
sahi bulgaristan'da da soğukmudur şimdi?
bilmem aklıma geldi öylesine..

alkol desen başımı dödürdü,
ama bilki ben kendimi kaybetmedim.
bilirsin işte, her zamanki gibi.
sevişmek istiyor bedenim,
sımsıkı sarılıpta.
ama yok, alkolden değil o,
senin teninin bende her zaman yarattığı çekicilik işte.
bilirsin, sana dokunamasam da,
en güzel masturbasyonum oluyor seni düşünmek bile.

izmir'de,
senden uzakta,
sıcak bir oda'da,
ne düşünsem kâr etmiyor, ah bilsen..

ah bilsen, aslında..
o güzel gözlerini gözlerime yatırıp'ta,
sertleşmiş göğüsuçlarınla göğüslerini göğüslerime bastırıp,
adam akıllı sarılmak isterdim.
arada hiç bir şey olmadan,
tenim tenime hasret gibi sanki.

oysaki şimdi,
ben izmir'de,
sıcak bir oda'da..
günlerden pazar oldu.
bilirsin sevmem pazarları ve bugün yine aksi olacağım.

oysaki ben çekilmez bir aksi olmadan,
izmir'de,
sıcak bir oda'da,
seni düşünerek bir kaç satır karalamak istedim.
daha güneş doğmadan..
..soğukta..
ve izmir'de..
sıcak bir oda'da..
senden bir hayli uzakta..

gittin ya..
çabuk gel..
oyalanma..

ben seni bekliyor olacağım..

izmir'de,
ve sıcak bir oda'da..

nefret'im..



sana bırakıyorum şimdi,
çiçeklerin en tazesini,
denizin en mavisini,
rüzgarın en temizi,
sevişmelerin en soluksuzunu,
en nefessizini..

giderken bende kalsın istedim,
öfkem,
küfürlerim,
karanlığım,
intikamım,
kinim,
nefret'im..

ah o nefret'im..
sevdam kadar büyük nefretim..
sevişmelerim kadar sıcak nefret'im..
soluk soluğa,
nefes nefese nefret'im..

sahi ben nefret ettim..
ben bazen çok nefret ettim..

atamadım içime,
satamadım birine..

nefret ettim bazen,
çok da güzel ettim be..

nefret ederek seviştim,
can acıttım,
canım acıdı bazen,
ama en az, sevişebildiğim kadar güzel,
yaktığım canlar kadar,
yanan canım kadar,
nefret ettim..

nefret ettiğim zamanlarda,
gülmeyi hiç mi hiç sevemedim..
öylece
ve sadece
astım suratımı ve,
nefret ettim..

acıdı canım..
çok acıdı bazen,
ama kimseye bişey soylemedim..
sadece nefret ettim..
çokça hatta,
nefret ettim...

karardı gözüm bazen,
intikam da istedim..
sonra hepsinden vazgeçtim..

bir gün nasıl olsa gülecektim..
hatta güldüm de sonra..
ama ben bazen,
gülerken de nefret ettim..

aslında kim ister ki nefret etmeyi,
ben doğuştan bilmiyordum,
alıştırıldım,
çok iyi öğrettiler nedret etmeyi..
ettirilmeyi.

sahi,
aşk'ım,
sevişmelerim,
gülümsemelerim,
pek istikrarlı olmuyor da,

istikrarlı olan tek şey,
nefret'im.

seviyorum onu,
çünkü o sadece benim,

nefret'im.