bana kalbin kadar beyaz bu sayfayı..

evet belki,
"bana kalbin kadar beyaz bu sayfayı.."
diye başlıyordu çocukluğum da,
lise yıllarımda arkadaşlarımın tuttuğu
hatıra defterlerine düştüğüm yazılarımda..

zaten bu bir moda'ydı..

kim yazsa mutlaka böyle başlıyordu..

ben sonra kalp rengini hep beyaz..
bembeyaz
sanmıştım yıllarca..

ama sonraları öğrendim,
beyaz sandığım çoğu kalbin

aslında
kirli beyaz olduğunu..

hatta gri'den

siyah'a çalan..

misafir odası yalnızlığı..

çocukluğuma dair çok şeyi unutmuş olsamda,
bazı ayrıntıları hiç unutmadım..

saatler süren eski model ve
içinde o yıllarda bolca sigara içilebilen otobüslerle yaptığımız yolculuklar sonunda ulaşırdık
bursa'da anneannemin evine..

düzenli bir evdi, güzel ve yazın en sıcak günlerinde bile serin bir evdi.

ancak bir odası her daim kapalı tutulurdu.

"misafir odası."

çocuktum belki, misafirdim hatta.
ama bana da yasaktı o oda.

özenle sehpalara yerleştirilmiş danteller,
basmatik tabir edilen en janjanlı sigara küllükleri,
resmiyete davetkar ciddi koltuk takımları,
koyu rengin alabildiğine hakim olduğu ve üzerimde devlet dairesi baskısı yaratan bir odaydı.

yine de çok çekiciydi..

ne zaman bir şekilde çocuk halimle girip o eski porselen takımları incelerdim,
basmatik küllüklerle oynardım ki bastığımda sürekli dönerdi o içindeki ince saçtan yapılmış daire.
üzerinde pek oturulmadığı için hiç eskimemiş olan koltuklarda otururdum.

ama ne zamanki o odada olduğum farkedilse annem veya ananem bir şekilde seslenirdi..

"kırıp dokeceksin, çık o misafir odasından.."

halbuki çocuk olduğum kadar misafirdim ve o odayı solumayı ilginç bir biçimde seviyordum..

yıllar geçti..
yıllar geçtikçe büyüyordum..

büyüdükçe daha rahat girebiliyordum o odaya..
dedemi kaybetmiştik..
bir kaç kez daha gittim ondan sonra..
hatta orada yatmayı bile becerebildim daha sonraları..

oraya, bursa'ya gitmeyeli
en azından o eve uğramayalı belki 3-4 yıl oldu.

bu hafta sonu bir aksilik olmazsa orada olup, o odaya girip,
çocukluğumda el sürdüğüm yıllanmış eşyalara yine el süreceğim.
bu beni heyecanlandırıyor..

ama yıllar geçti,
herşey değişti..
belki dedem'i izleyemeyeceğim akşam yemeklerinde muhakkak içtiği bir double rakısını içerken..
belki anneannem de çok yaşlandı o yıllara göre, seslenirken biraz daha fazla bağıracağım..
ama şu da iyi haber ki, anneannem artık bana "çık o odadan, kırıp dökeceksin" demiyor..
o tarihi odanın kapıları bana artık sonuna dek açık..

herşeyi değiştirdi yıllar ama,
o oda hep aynı kaldı..
içine güneş bile sokulmadı, misafirler geldiğinde pırıl pırıl kullanılsın diye..

herşey değişti evet ama,
çoğu evlerdeki bu misafir odaları hep aynı kaldı.

sadece anneannemin değil ki,
2+1,3+1,4+1 hiç farketmiyor,
evin yaşanılması için tasarlanmış bir odası muhakkak misafir odası olarak "kapatılıyor"..

yılda bir kaç kez gelecek misafirler için 360 gün o oda'larda yaşam olmuyor, ses olmuyor, güneş olmuyor..

derin bir sessizlik ve kimsesizlik çöker misafir odalarının duvarlarına..

yalnızlıktan patlar duvarlar, ama bunu anlatamazlar..

işte,
kendimi ne zaman;
yalnız,
çaresiz,
kimsesiz,
güneşsiz
hissetsem

o misafir odalarına benzetirim kendimi..

misafir odası yalnızlığı çöker üzerime,
ama zerafetimden asla ödün vermem..

belli etmem üzerimdeki güneşsizliği,
yaşanmamışlığı..

ama ne yaparsam yapayım,
ne kadar belli etmesem de,

pis bir duygu bu,
duvarlarıma sinmiş..

misafir odası yalnızlığı..

yalnız,
sessiz,
güneşsiz ama
bi o kadar da,

fiyakalı..

çatışma..

az önce..
"iyi ki"lerimle "keşke"lerim catıştı..

"keşke"lerim şehit,

"iyi ki"lerim yine kazandi..

ben seni beklerim..

oyle güzel sohbet ediyorduk ki
sabah'a yakınlaştığımızı geç farkettim..

o işine gidecekti,
üstelik yarın gece de nöbetçi..
yorulacaktı..
bütün gecesini bir nevi benim için feda ediverdi.

"ben seni beklerim.." dedim.. "uyandırırım 7'de.."
şimdi üstünü örteyim, uğurlayayım uykuya..

nasıl olsa halen tatil modu yavşaklığı var üzerimde..
bütün gün uyusam da olur.

"benim için bekleme" dedi..
"ben seni beklerim" dedim..

şimdi o bekleyiş anında yazasım geldi bir kaç satır bi'şeyler..

ne çok bekledim tanrım!
ne çok zaman ve ne çok şeyi bekledim hayattan..

aslında hiçbirinizden farkım yok..
hepiniz benim gibisiniz..
hep birşeyler beklediniz..
hepiniz ayrı ayrı ne çok şey beklediniz..
kiminiz aşk, kimi özlediği bir insan, kimi özlediği şeyler, kimi para, kimi sağlık, mutluluk...

benimkisi daha çok aşk'tan yana..
çok ta fazla vurmuşluğum yok 12'den..

düşünüyorum da;
pazar günlerini hiç sevmezdim mesela,
pazartesi olmasını, okula gitmeyi beklerdim..

ilk aşk'ı çabuk yaşadım ben..
daha çocuktum..
o ilk heyecanla günlerce elini tutmayı bekledim..

okul yıllarının bitmesini bekledim,
şimdi düşününce çok zevkli gelen o yıllarda
herkes gibi "bir an önce bitsin" bekleyişindeydim..

bekledim..
hep bekledim..

okul bitti..
askerlik bitti..
iş hayatı vesaire derken..

bu hiç iyi birşey değil ama,
çok sevgilim olmuştu..
"çirkin şansı" hayli etkiliydi üzerimde..
hayatıma bir çok kadın girip çıkıyordu ama hatırladığım tek şey;
ben hep bekliyordum..

içinde aşk olmayan uzun sevişmelerin sonunda,
bir an önce sabah olsun da gideyim diye bekliyordum..

ben birini, bir şeyi bekliyordum..
hep bekledim..

bekliyordum çünkü hiçbiri beklediğim kişi olmadı.
olamadı..

çok denedik..
ama hiçbiri olmadı..

çok bişey değildi aslında beklediğim..
sevmem büyük umutları..
hep küçük kırıntılı şeyler bekledim..

nasılda geçti yıllar..
çok bekledim..
hemde cok güzel bekledim..
beklemeye dair en afilli duygularla bekledim..
fiyakalıydı bekleyişlerim..

şimdi bir elimde sigara..
parmaklarım klavye'de geziyorken..
ben bekliyorum..

o daldı şu an uykusuna..
farketmese de üzerini örttüm..
küçücük okşadım saçlarını uyandırmadan..

ve ben onu bekliyorum..

o uyanacak..
işine gidecek,
gelecek,

ben yine de bekliyor olacağım..

şimdi önümde 1.5 saatim kaldı..
ona soz verdim uyandırmak için..
şöyle dedim..

"ben seni beklerim"..

bekleyeceğim..