yine bayram olsa..

"eskiden güzeldi bayramlar" der herkes eninde sonunda..
oysa eskiden güzel olan, hayat'tı, tüm ruhuyla ve insanlarıyla...

kartpostallar yazardık belki şimdiden posta kutusuna atmıştık ta..

"bayramlık kıyafet" denen şeyler vardı, sabaha dek insanın başucunda saklanan..

yaşlanmadım daha!..
eskiden bayramlar güzeldi.. evet..
çünkü eskiden hayat ve insanlar güzeldi..
Kartpostallar da güzeldi..

aşklar'da güzeldi mesela..
sevgilinin bedeniyle sevişmek için
beklemek..
güzeldi..

şimdi ise,
hayatın, insanlığın, umutların ve hatta aşkların bile tadı yoksa,
bayramında diğer adı, ancak ve ancak "tatil" oluyor..

bugün belki biraz erken kutlamak için ama,
"erken" ve "geç"ler bile anlamını yitirmişken..

olabildiğince..
"bayram"ınız kutlu olsun..

kader, kısmet ve saire..


abc kanalının yeni dizisi "flash forward" ı izlemeye başladım bu sezon. 9. bölüme geldi. ilginç bir konu işliyor. gelecek ve yazılanları değiştirmek üzerine. bunun üzerine de geçen gün sevgili zeugma nın "yazgı mı?" isimli yazısını okuyunca bir kaç gündür "kader" ismini verdiğimiz o yazgıyı düşünüyorum..

sahi,
hani aslında dikkatimi birşey çekti.

farkettimki güzel ve iyi şeyleri, mutluluğu hiç "kader"e yormadan, başımıza kötü şeyler geldiği zaman,
"kaderde bu da varmış"
"kaderimiz böyleymiş"

gibi olumsuz cümleler kuruyoruz.

tabiki kimse gibi bende bilmiyorum, bir yazılmış senaryoyu mu oynuyoruz, ya da o senaryoyu bizmi yazıyoruz

ama bildiğim şu ki,
iyi - kötü,
mutlu - mutsuz,
olmak

bizim hayattaki seçimlerimizle ilgili..

unutmamak lazım ki,
en kötü hale düştüğümüz anlarda bile
bunun bir "kader" olmadığını düşünerek ve
yarın doğacak güneşe bir "tebessüm" çakarak
herşeyi yenmeye başlayabiliriz.

herşey ama herşey
bizim elimizde..

bak
ben
gül
düm
bile..

bugün yazasım yok..

anladım ki, bugün yazasım yok.

o nedenle bugün hiç birşey yazmayacağım.

hatta sırf yazmış olmak için,
okudğum kitaplardan alıntı da yapmayacağım,
ya da yazarların yazılarını alıntılayarak,
yüzümü de kapatmayacağım.

bugün hiç yazasım yok.

size aşk'tan da bahsetmeyeceğim,

ya da,
içinde "tahrik" kelimesi geçen savaşlar ve sevişmelerden de.

çiçekleri, kuşları ve ağaçları da anlatmayacağım bugün,

sabah'tan da bahsetmeyeceğim,
çünkü sabahı kaçırmışlığın sızısı var hâlâ içimde..

anlayacağınız,
bugün ne kendime,
ne de kendimle size'e dair,

hiçbirşey,
yazasım yok.

gün.. aydı..

sabahın ilk saatlerinde uyanmak en sevdiğim şeylerden biri.
ilk iş olarak hemen bol sütlü nescafemi hazırlıyor ve bilgisayarımın karşısına geçip hemen madonna'nın kliplerinden birini izlemeye başlıyorum.

sonra bir ara aklıma gelip perdeyi aralayıp güne merhaba demek için perdeyi aralayıp dışarıya göz süzüyorum.

düşünüyorum sonra,

yeni bir gün,
şu an benimle uyanan, uyanmayan, tanıdığım, tanımadığım insanlar geliyor aklıma.
eski sabahlar mesela..

yani sabahların özel bir anlamı vardır bende.
sadece tipik bir uyanış ve güne başlayış değildir.

bir çok iyi ve kötü anıyı barındırır aynı zamanda.

sabahlar ve yağmurlar la özel bir ilişkim olduğu kesin..

sonra şunu düşünüyorum..
bu yeni gün,
insanlar için bir başlangıç veya bir bitiş daha..
bugün kimileri çok gülecek,
kimi ağlayacak,
kimi aşık olacak,
kimi sevişecek,
kimi sevgilisinden ayrılacak,
kimisi ise malesef ölecek..

evet,
boyle bir döngü var malesef..

umarım bu satırları okuyan insanlar, kaderin o güleç yüzüyle geçirirler günlerini,
bugün çok mutlu olurlar..

dilerim kaybeden değil, kazananlar tarafında olursunuz..

gün.. aydı..
günaydın..

stand..


şimdi o kumsalda,
üzerime o güzel geceden
yıldız yağsa..

sonra, bu ağzımın kenarındaki kırmızılık,
şarabın tatlı kırmızığından değilde,
rengini dudaklarından alsa..
ya da her ikiside olsa..
sen, şarap ve kumsal..

neyse işte..


nerede kalmıştık sevgili blog?

sahi,
ayaktayız değilmi?

en azından, henüz yıkılmadık..
bak aslanlar gibi

ayaktayız..



*Everyone must stand alone..


.

güzeldi..

sabah yine çok güzeldi palmiye,
kalkmak zorunda kaldığım
her sabah olduğu gibi,

yine durup altından baktım gökyüzüne..

sonra bir kaç gündür aklıma gelen,
silime takılan o şarkı,
şöyle diyordu..

"aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk.."

sus şarkı sus sen..
ölmek kolay da,
uğruna ölünecek aşk bulamadığımdandır yaşamak..


sonra yine baktım..

yine güzeldi palmiye,
yine güzeldi gökyüzü,
yine güzeldi sabah,

ve güzeldi kafam..



iyi pazarlar..


.

zamansız


her yağış bir başka kalkışmaya gönüllü
ve kim neye erse bu geçişte
bir tomurcuk bir gözyaşı
mutluluk işte

her ne kadar güzel olursa olsun,
betondan boğulmuş,
boğdurulmuş şehirden,

o sessiz, sakin, her yeri çiçek açmış, tertemiz hava çökmüş sahil beldesindeki eve geçtiğimde,
gözüme hemen bahçedeki ve etraftaki portakal, mandalina ağaçları çarptı..

üstelik öyle güzel kokuyorlardı ki..
nefes nefes çektim bol bol içime.

ve sonra birden aklıma geldi..

en sevdiğim şiirlerden biridir fon'da ki şiir..

o küçük bölümünü de çok sever ve her fırsatta kullanırdım..
o bölümde şöyle diyor..

"Unutma baharda çiçek olan
Meyvedir yaza...."

demekki yaza meyve olmak için ilk baharı beklemek şart değil.
çiçek olabilmişsen,
her mevsim meyvesindir aşk'a..

meyve olmak, zaten en kolayıdır aslında..

asıl zorluk burada,
çiçek olabilmek.. tomurcuklanmak bir bakıma.
kimisi de, tomurcuklarını, çiçeklerini gözyaşlarıyla sular, büyütür sonra..

zaten aşk'ın, mutluluğun mevsimi mi var..

herşey "ani" ve,
"zamansız" yaşanınca
daha da bir güzel..

zamansız sevmek,
zamansız aşık olmak,
zamansız "seni seviyorum" demek,
öpüşmek,
hatta
sevişmek bile..


değmediğim yerin kalmayıncaya
bu bahar sonsuza tomurcuklanmaya
ben sana sen çatlak bir anadoluyu kucaklamaya
bu bahar aşk için hazır
hazır vazgeçmeye
adının bile baş harflerinden

"keşke"lere..



gerçek olan şu,
hayat kısa..
günler harcanmamalı boşa..
sev ve yaşa.. doya doya..


cebimdeki bütün "keşke"leri çıkarıp ortaya serdim..
tek tek parçaları birleştirdim..

bir uçurtma yaptım onlardan..

ipi elimde,
uçuruyorum...

rüzgar tenime dolanıyor keşkeleri uçurduğumda..

sert bir rüzgar bekliyorum..
sert ve uçurtmamı alıp götürecek..

beni tüm "keşke"lerimden ayıracak,
bir rüzgar, gülüm..

anladım ki,
hayat kısa..
günleri "keşke"lerle harcamak, boşa..

ey,
tenini yağmur ıslatmış,
toprak ve
rüzgar kokan hayalet sevgilim..

sahi,
artık daha da dijitalleşmeden dünya,
varmısın aşk'a?

sevişmeye doyasıya..


.

kızma..

eminim, şimdi aynen boyle sert ve kızgın bir şekilde bakıyorsun bize..
hesap soruyorsun..

haklısın..
başımız öne eğik..

aslında, ikimizde, selanik'ten hemşeriyiz seninle..
biliyormusun,
nufuz cuzdanımın kayıtlı olduğu yer de "mustafakemalpaşa"..

bak ne geldi aklıma..
şu sıralar, senin aleyhine yazmak çok moda tüm basında ve sosyal medya platformlarında...
dalga geçmek hatta..

ben aslında,
sana bunca öfke kusan insanlar, kaç yıldır nerede saklandılarda çıktılar ortalığa diye merak ediyorum.

şimdi cesaretle senin üzerine gelenler, meğerse yıllardır "korku"dan susmuşlar..

bırak ata'm, konuşsunlar..

sen öldünmü sahi..
ben, o, bu, şu..
hepimiz öleceğiz de geriye kimin adı kalacak?

sahi, kitaplardan çıkartsalarda silebileceklermi senin adını dünya'dan..

bizlere..
onurlu, gururlu, başı dik, ve en azından senin zamanında bağımsız bir ülke bıraktın..

ruhun,
şad olsun..

Haydi, 9 u 5 geçsin
ve
çalsın bütün sirenler..

takıldı..





bir kül vaktiydi,
ve
takıldı dilime kelimeler,

kelimeler güzeldi,
güzeldi sevmek,
sevmek öğrenmekti,
öğrenmekti gülümsemeyi,
gülümsemeyi beceremedik,
beceremedik dürüstlüğü,
dürüstlüğü özledik,
özledik insanlığı,
insanlığı kaybetmiştik,
kaybetmiştik duyguları,
duyguları yaktık,
yaktık küllendik,

ve bir kül vaktiydi
yine takılmıştı dilime
kelimeler..

kelimeler güzeldi.
......

tekrarlardan,
bir kale yapmıştım sonra,
bütün kaleler yıkıldı,
o hala yılmadı, yıkılmadı..

elimde,
dilimde,
tekrarlardan başka bol birşey
kalmadı.

ve ben tekrarları,
hiç sevmemiştim.

ben sadece
kül vaktini sevmiştim,
ve sonra

yine
takıldı dilime kelimeler.

kelimeler,
güzeldi..


.

barikat



ne zaman daha güzel bir yarın düşlesek,
başımıza yıkılırdı..
ve başımız çok acırdı..

bir dahakine,
bizde, kurardık "barikat"ımızı..
içimizdeki "aşk", "sevgi", "benliğimiz" "iyi niyetimiz" bir daha yıkılmasın diye..

barikatımızı da yıkarlardı.
yine yıkılırdık..

barikat yıkıldı diye pes etmek yok!
yıkıp geçtiler diye susmak, ağlamak yok!

bizimde onlara, sahte ve çirkin yüreklerine atacak,
onları yaralayacak,
onları vuracak,
kendimizi savunacak,

taş'larımız ve sapan'larımız..
var hâlâ..

kavgadan kaçan,
o'nlar gibi olsun.

haydi,
aşın barikatlarımızı bıkmadan, acımadan..
yıkın, geçin, parçalayın, acıtın, kanatın durmadan,..

ama biz hiç teslim olmadık ki!

nasıl olsa, ellerimizde hâlâ,
taşlarımız ve sapanlarımız var.

siyah'a çalan gidişler..



söylenmemiş,
sahipsiz bir şarkıyım..

siyah'ı neden boylesine seviyorum ki,
yada seviyormuyum bunu da bilemem..

ama en çok sorulan budur,
"neden hep siyah"..

oysa,
ben "siyah"a zorunlu sevdalandım birazda,
mecbur kaldım,
hatta mecbur bırakıldım..
sihay bir matem rengiydi.
yas rengi..

ben yürürdüm,
etraf kararırdı..

ben giderdim,
her yer zaten simsiyah tı..

siyah'a çalardı gidişlerim..

kendi yas'ımı tutardım,
siyahlar içinde..

hiç unutmam,
bir gece,
bir kadın, başıma namluyu dayamıştı "gitme" diye.
bense, gülüp geçmiştim.

o an da, "siyah"ı seçmiştim.
"gitmeyi"..

gitmiştim..
siyah'a çalmıştı gidişim..
zaten gece de siyah'tı..

ben asılnda,
ne siyah'ı, ne de gidişleri..
hiç ama hiç sevmedim..

siyah'a çalan o gidişleri,
zoraki sevdim..
zorla sevdirdiler..
sevmemi istediler..
"al ulan sev" dediler..

ben, siyah'ı ve gidişleri..
aslında,
zoraki..
mecburen..


aşk'la sevdim..